Çalışana Zorluk Yok

İbrahim DİNER

İbrahim Diner, “”Şimdiki nesilde bir acayip durum var. Şimdiki nesil günlük hayat yaşıyor. Kolaycılığa kaçıyor. Kolay yoldan zengin olacaklar. Kolay yoldan para kazanacaklar.

Kolay yoldan geçinecekler. Kolay yoldan yediği, içtiği, giydiği güzel olacak. İşte eziyet çekmeyecekler. İş hafif, parası çok olacak. Ortada böyle bir nesil var.”Alınteri gerçeğinin unutulduğunu, bir kenara atıldığını, helal ve haram sınırlarına riayet edilmediğini, “günah” kelimesinin neredeyse ortadan kalktığını söyleyen İbrahim Diner, “Oysa işin sırrı bunlarda. Benim hayatım zor geçmedi. Çünkü çalışan insanın hayatı kolaylaşıyor, çalıştıkça hayat kolaylaşıyor” diyor.

“Şimdiki nesilde bir acayip durum var. Şimdiki nesil günlük hayat yaşıyor. Kolaycılığa kaçıyor. Kolay yoldan zengin olacaklar. Kolay yoldan para kazanacaklar. Kolay yoldan geçinecekler. Kolay yoldan yediği, içtiği, giydiği güzel olacak. İşte eziyet çekmeyecekler. İş hafif, parası çok olacak. Ortada böyle bir nesil var.”Nüfus hüviyet cüzdanında 1934 doğumlu olup şu anda 70 yaşında bulunan İbrahim Diner, gözlerini hayata açıp da dünyanın farkına varmaya başladığı zamanda ailesi tarım ve hayvancılık ile uğraşırlarmış. 

Ticareti yapılmak, ürünlerini satmak suretiyle aile bütçesine büyük bir yana küçük oranda bile katkı sağlayan bir tarım ve hayvancılık değilmiş bu. Ancak ailenin ihtiyaçlarını birebir giderecek kadarmış icra ettikleri tarım ve hayvancılık. Büyüdükçe yeni yeni iş kapıları aranmaya başlanması önce gurbet unsuru sonra da inşaatçılık ile tanışmayı beraberinde getirmiş. 

En son olarak da inşaat ustalığı cami inşa ustalığında zirve noktaya tırmanmış. Yokluğu da varlığı da görmüş, yılların tecrübeli ustası İbrahim Diner’i, hayata gözlerini açtığı Geyikli Beldesi’nde yaşının 70 olmasına rağmen yine çalışırken, tırpan ile çayır biçerken bulduk. 

* Cami ustalığınız ne zaman başladı?

İbrahim Diner- 1980’de başladı. İstanbul’da zarureten başladı. Bir kapı komşum geldi. “Bir mescit yapacağız. İcra eder misin?” dedi. Biz de memnuniyetle icra ettik, yaptık. Ondan sonra devamı geldi. 

* Caminin kubbesini yapmak herhalde zor bir iş olsa gerek. Bunu nereden öğrendiniz?
Diner- Osmanlı mimarilerine baktım. Selçuklu mimarilerine baktım. Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki cami, Selçuklu mimarisi eseridir. Altunizade’de Marmara Üniversitesi Hastanesi’ne inmeden bir cami var. Onları gezdim. Ölçü aldım. Ölçtüm, biçtim, sonra da yapmaya başladım. Bizim işimiz ekseriyetle kafa ile oluyor. 

* Genelde bu işler usta-çırak ilişkisi çerçevesinde olur. Siz de usta-çırak kuralı yoluyla mı yetiştiniz? 
Diner- Biz zaten temelden beri ustayız. Babam küçük yaştan beri ustadır. Babam ile biz ev yapıyorduk. Ustalığı, marangozluğu ben babamdan öğrendim. Ondan sonra da betonarme inşaata başladık. 1959’dan beri inşaat yapıyorum. 1980’den bu yana da cami inşaatı ile uğraşıyorum. Toplam olarak da 10 civarında cami yaptık.

* Yanınızda hiç usta yetiştirdiniz mi?
Diner- Çok yetiştirmeye uğraştım ama olmadı. Bir tane benim biraderin oğlu vardı. İyice öğrendi idi. Ama elinde inşaatta çalışmaya engel bir rahatsızlık çıktı. Vazgeçti. Daha başka da öğrenme kabiliyetini bu yönde geliştirene az rastladım. Öğrense bile bu işi bırakıyor.

Kolaycı bir nesil türedi

* Niye bırakıyor?

Diner- Bilmiyorum. Şimdiki nesilde bir acayip durum var. Nesil çok bozuldu. Bir şeyi benimseyip “bu işi ben yaparım. Böyle devam ettiririm” anlayışı yok. Şimdiki nesil günlük hayat yaşıyor. Bugünkü bizim yetişen nesil günlük hayat yaşıyor. Kolaycılığa kaçıyor. Kolay yoldan zengin olacaklar. Kolay yoldan para kazanacaklar. Kolay yoldan geçinecekler. Kolay yoldan yediği, içtiği, giydiği güzel olacak.

İşte eziyet çekmeyecekler. İş hafif, parası çok olacak. Ortada böyle bir nesil var. Hatta parası bol olsun, olmasın, bir işte çalışma kabiliyeti de yok. Hiç bir yerde istekle çalışmıyorlar. Yani, “Ben bu işte başarılı olurum. Ben bu işten bir şey alırım. Çoluk çocuğuma da bir şey bırakırım” diye bir düşünce yok. 1980’den bu yana yetişen nesil maalesef böyle. Neden olduğunu ben de anlamıyorum. Bizim yetiştirmemizden mi böyle? Başkalarının tesirinden mi böyle? Bilmiyorum.

* Kabahat neslin kendinde mi yoksa büyüklerde mi?
Diner- Neslin kendinde değil. Memlekete kötü bir teknoloji yaydılar, kötü bir hayat tarzı yaydılar. Tembellik yaydılar. Eğitimde çok büyük mesele var. İşin başı eğitimde. Eğitim ise bozuk. Çocuklara bir şey aşılamıyorlar, öğretmiyorlar. Bir insan doğru dürüst matematiği yapamazsa ondan ne olur. Matematiği eliyle yapmayı bilecek genç. Dağın başında kaldığını varsayalım. Teknolojik aletler yok. O zaman genç matematik hesap yapmak zorunda ise yapmayacak mı? Ya teknolojik alet bozulursa ne olacak? Hesap yapmaktan vaz mı geçecek? Dünya işi, bozulur. Bir yıldırım atar, bozulur. İş başa düşer. İş başa düştüğü zaman o çocuk kalemi defteri eline alacak, yeniden yapacak. Ama genç bu kafa yapısında olmazsa, hep düğmeye basmakla iş yapmaya alışırsa sonu ne olacak?

Çalıştıkça hayat kolaylaşıyor.

Hayatın zor mu geçti?
Diner- Benim hayatım zor geçmedi. Ama çok çalıştım. Bugünkü teknolojik imkanlar varmış gibi çalıştım. Onun için hayatımda hiç bir zorluk çekmedim.

* O zaman çalışan insanın hayatı kolay olur, diyebilir miyiz?
Diner- Çalışan insanın hayatı kolaylaşıyor. Çünkü çalıştıkça hayat kolaylaşıyor. Bir insana muhtaç olmamak, el açmamak, karşındaki adama mahcup olmamak için çalışacaksın. Dünya beşiğinden âhiret beşiğine kadar çalışacak, ilim öğreneceksin, derler.

* “Bu nesli anlamıyorum” dediğin nesle, inşaat ustası, cami ustası, hayat tecrübesi olan biri olarak ne tavsiye edersiniz?

Diner- Çalışmalarını tavsiye ederim. Devlet kapısında iş aramakla vakit geçirmemelerini tavsiye ederim. Ben 1959’da Ankara’ya gittim. 15-20 kişi vardık. Ankara’ya, “inşaatçılığa başlayacağız” diye gitmedik. Gurbete çıktık. Ankara’da kaldık. Trabzon Milletvekili Cahit Samangil vardı. “Onun yanına, Millet Meclisine gidelim. İş talebinde bulunalım” dediler. “Bu adam bize ne iş verecek? Fabrikası yok, iş sahası yok” dedim. “Tanıdığı olan vardır” dediler. Gittik. Ulus’taki eski Meclis’in giriş kapısında bir odası vardı. Bekledik. Geldi. Hoş beş ettik. “Genel Kurul’da az işim var. Gelirim” dedi. Geldi. Bizi dinledi. Hepimiz devlet mekanizmalarında iş arıyorduk. “Ben sizi bir yere gönderirim. Bir kart veririm. Bu adamları işe alın, derim. Ama oraya gidersiniz, iş işinize gelmez. Çalışmazsınız. Bırakıp gidersiniz. Ben mahcup olurum. Veyahut da siz adamın işine gelmezsiniz. Çalıştırmaz. Gene mahcup olurum. Kendi işinizi kendiniz bulun” dedi. O adamın bu lafı hâlâ kulağımdadır. Hiç unutmam. Allah rahmet eylesin! Şimdiki gençler böyle değil. Kalem ellerinde, akşama kadar masanın başında oturacaklar. Kağıdı yırtıp çöp kutusuna atacaklar. Ay sonunda da maaş alacaklar. “Ben bu maaşı hak ettim mi? bunu çoluk çocuğuma yedireceğim, haram mı, helal mı?” demiyorlar. İşte bu düzensizlik bu memleketteki gençlerin bu şekilde yetişmesine sebep oldu.

* Yani helal ve haramı unuttuk. Alınterini bir kenara attık. Öyle mi?
Diner- Unuttuk. Alınterini bir kenara attık. Helal kalmadı. Haram kalmadı. Günah da ortadan kalktı. Eskiden günah vardı. Birinin kalbini kırdın mı dünya yıkılır sanılırdı. Cenab-ı Allah, “Kalp benim nazargâhım” diyor. Bir insanın kalbini kırdın mı dünyayı yıktın demektir. Şimdi böyle bir anlayış kalmadı.

Bu memlekette bizim büyük hizmetimiz oldu. Bu memlekette (Geyikli’de) ilk arabacı bizdik. Bu derede damperli arabası, taksisi, pikapı olan sadece bizdik. Bu memleketin çoluğunu, çocuğunu taşırdık. O zamanlarda kamyonun sırtında ineği, danası ile giden adamlar hep araba sahibi oldu, şimdi selam da vermiyorlar. Bu ne haldir? 
Yarın: 

ÇOĞUNLUĞUN SESİ ÇIKMIYOR

* Peki bütün bu tabloyu ortaya koyduktan sonra gelecekten ümitli misiniz, karamsar mısınız?

Diner– Biraz karamsar idim. Ama gelecek hakkında ümitliyim. Yine biraz da olsa güzel insanlarımız var. Bu memlekette çok güzel insanlar da var. Ama fırsat vermiyorlar.

Bu topraklarda da var mı?
Diner- Var. Ama bunu duyurun ki bu iyi insanların sesi çıkmıyor. Niye sindi bu insanlar? Bizi kimler sindiriyor? Bu memleketi nereye bağladık? Ne yapmak istiyoruz? Bu meseleyi çözmek gerekiyor. Eğer bu mesele çözülürse, bu sinen insanlar, konuşmayan insanlar, o konuşan azınlığın karşısında konuşmaya başlarsa Türkiye’nin önü açıktır. Bu insanlar bir konuşmaya başlarsa şu anda konuşan azınlığı Cenab-ı Allah susturur. Ama biz konuşamıyoruz. Neden konuşamıyoruz, bilmiyorum. 1994’te Görele’de bir cami yapıyoruz. Her gün Güneydoğu’dan bir cenaze geliyor. Türkiye’nin hiç bir tarafında böyle bir şey yoktu. Trabzon havaalanına her gün bir uçak iniyor. İki üç cenaze geliyor. “Toplanalım. Bir iki otobüs tutalım. Memlekette bu muhitin çocuklarından başka çocuk yok mu? diye gidelim, Ankara’ya soralım” dedim. Kimsenin sesi çıkmadı. “Ne oluyor?” diye bir soralım, dedim. Biz kurban mıyız? Bu memleketin çocukları kurban mı? Ondan sonra işi dağıttılar. Memleketin her tarafına dağıttılar. Böyle şeylerden geçinen bir zümre var. Açık konuşalım. Bu işlerin arkasından geçinen bir zümre var. Adamlar “dursun” istemiyor. Ahmet’in oğlu ölmüş ne olacak? “Ben yaşayayım da Ahmet’in oğlu ölsün. Hasan’ın, Hüseyin’in oğlu ölmüş, ne olacak? Ben yaşamama bakayım. Ben çocuklarımla beraber serin memlekette yaşayayım da yüz kişi ölsün ne olacak?” anlayışı var. Bu anlayış karşısında bizim sesimiz çıkmıyor. Memleketimizin, vatanımızın esas sahibinin sesi çıkmıyor. Sesimiz çıkacak. Sesimiz çıktığı zaman bu iş çözülür. Bu memleketi idare eden bir azınlık var. Onların sözü geçiyor hep. Çoğunluk da sessiz kalıyor. Memleketin iyiliğini, güzelliğini, huzurunu düşünenin sesi çıkmıyor. Çıksa bile hemen kesiyorlar. “Benim işime çomak sokuyorsun” diyorlar. 

* Hayat tecrübesi olan bir insan olarak söylemek gerekirse bu çoğunluğun sesi sizin tahmininize göre ne zaman çıkar?
Diner- Bu millet bunalacak, “artık başka çare yok” diyecek. Bıçak kemiğe dayanacak, o zaman ancak sesi çıkacak. O zaman da bu ses çok kötü çıkar. Çalışmadan bu memleketin kaymağını yiyenler için o zaman çök kötü olur. Memleketin asıl sahipleri için ise iyi olur. Niye öyle olacak biliyor musun? Bu işsiz nesil bir gün akıllanacak. Adam aç kalacak. Aç adam ise ne yaparsa onu yapacak. Saldıracak. Toplanacaklar. “Yook. Sen artık eskisi gibi yiyemezsin. Ben açım, ben de yiyeceğim” diyecek. O zaman memleket bir yola girer, ama bu süre az sürer, çok sürer onu bilemem.

AÇ ELİNİ ATEŞE SOKAR

İşsizlik böyle devam ederse işsiz neslin bir gün aç kalacağı, aç adamın ise ne yapacağının hiç belli olmayacağını söyleyen İbrahim Diner’i geçmiş tecrübeler doğruluyor. Bu doğrulama atasözlerimizde kendini aşağıdaki şekillerde ortaya koyuyor:

Açın amanı, yokun imanı olmaz: Yokluk ve zaruret içinde olan, çok açlık çeken kimse bulunduğu durumdan kurtulmak için, karnını doyurmak için her türlü yola başvurabilir. 
Aç kurt arslana saldırır: Aç olan kimse karnını doyurmak için her şeyi yapabilir. 

Aç elini kora sokar: Yokluk ve zaruret insana her şeyi yaptırabilir. Aç insan yiyecek sağlamak için tehlikeye atılmaktan çekinmez.
Acıkmış kudurmuştan beterdir: Bu söz uzun süre açlık çeken kimsenin karnını doyurmak için her yola başvurabileceğini, her türlü saldırganlığı yapabileceğini göstermektedir. 

Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez: Aç insanın tek düşüncesi karnını doyurmaktır. Böylece tatmin edilmezse mantıksız davranışlara, aşırı hareketlere teşebbüs edebilir. Neyi ne zaman yapacağı hiç belli olmaz. O tıpkı çocuk gibidir. Çocuğun da ne zaman neyi yapacağı tahmin edilemez.

Araştırma-Röportaj: Kamil Bayraktar

HENÜZ YORUM YOK

YORUM GÖNDER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Exit mobile version