Köksüz Ağaç Devrilir

Hikmet Gülay

Türkiye’nin, kendi insanını Almanya’ya işçi olarak ihraç etme mekanizmasına takılan ve kendini orada köksüz bir ağaç gibi hissettiğini söyleyen bir tecrübe, “Bu ağaç ne kadar tutar. Sonuçta bu ağaç bir gün devrilir” uyarısında bulunuyor.

24 yıldır Almanya’da bulunan, 4 çocuk sahibi Hikmet Gülay, “Ah vatan! Ah vatan!” diyor, dönmek istiyor. Türkiye’deki işsizliğin boyutu ve çocuklarının eğitim durumu dolayısıyla ise tam bir iki arada bir derede kalmışlık örneği yaşıyor.

Tarihte, her biri bir cihan devleti çapında 16 devlet kurmuş, kurduğu bu devletler son bağımsız devletin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 yıldız ile yer almış, kurduğu Selçuklu ve Osmanlı Cihan Devleti ile dünyaya bin yıla yakın nizam vermiş, ortaya koyduğu kurumları ile devlet anlayışı bir eşi daha bulunmayan arşivlerinden istifade ile araştırma üstüne araştırmaya, dünyanın süper gücü sayılan ülkeler tarafından örnek alınmaya kadar varmış bir milletin torunlarının, hiç de hesaba katılmadık bir şekilde, 1960’lı yıllarda, dünyanın belki de en verimli topraklarından, en zengin yer üstü ve yeraltı kaynaklarına sahip en stratejik noktadaki Anadolu’nun bağrından koparılarak, hem de iki dünya savaşından çıkan ve neredeyse taş üstünde taş bırakılmayan Almanya’da iş-aş peşine sürüklendikleri hemen herkesin malumu bir gerçek. 

Bu ülkede idare mevkiinde bulunan, vatandaşına iş-aş temin etmek gibi bir yükümlülük altına girmeyi peşinen kabul etme pahasına seçim sandığından ismini çıkaran hemen herkesin karnesinde kırık bir not olarak yer edinen, alnının ortasında kara bir leke olarak duran, yüzlerine de tokat gibi inen çok acı bir gerçek bu. Silinmesi mümkün olmayan bir gerçek.

Bu gerçeğin defterlere kara birer leke olarak düşmeye başlayan zaman diliminden bu yana takriben 35-40 yıl geçti. Dördüncü kuşağın kapısını da çalmış durumda olan bu gerçek öyle bir kompleks yapıya büründü, öyle içinden çıkılmaz bir hal aldı ki bu hali ancak bizzat yaşayanlar biliyor. Ve bu bizzat yaşayanların yaşadıkları bir şey daha var ki o da ne yapacaklarını bilmiyor olmaları. “İki arada bir derede kalmak” deyişi sanki onların bu halini tasvir etmek için söylenmiş gibi.

Birinci bölümde belirttiğimiz gibi yaşı her ne kadar dizi yazımızın iskeletini oluşturan “ak sakallılar” arasında yer almaya müsait olmasa da bir savrulma sonucu kendini Almanya’da bulan 40 yaşındaki dört çocuk babası Hikmet Gülay da bunlardan biri. Türkiye’nin, kendi öz evlatlarını, onların evlatları, evlatlarının evlatlarını da kapsayacak şekilde büyük bir tehlikenin içine sürükleme yanlışını 24 yıldır bizzat tecrübe eden Gülay, “Bülbülü altın kafese koymuşlar ‘ah vatanım’ demiş” atasözünü pekiştirircesine “Ah vatan! Ah vatan!” diyor da başka bir şey demiyor. 

Fakat Türkiye’nin özellikle işsizlik, sağlık sektöründeki sağlıksızlık ve çocuklarının eğitim problemi durumu geri dönmesine engel oluyor. Tam bir “iki arada bir derede” durumu yaşıyor Hikmet Gülay. 07.09.1980’de Almanya’ya giden Gülay ile Türkiye’nin, sırf işsizliğe çare yanlış mantığıyla yâd ellere gönderdiği vatandaşının çekilmesi zor fotoğrafını çekmeye çalıştık. Zaman zaman eşi ve çocuklarının da katıldığı söyleşimizde gerçekten de bu yanlış mantığın kendi insanımızı nasıl kendi elimizle tahrip ettiğimiz, tahribatı onarma yolunda da hiç bir şey yapmadığımız, olayları akışına bıraktığımız bir kez daha tecrübe hanesindeki yerini aldı. 

Ezana hasret kulaklar

* Almanya’da emekli olma yaşı 65. Bu yaşa kadar bekleyip emekli olmayı düşünüyor musunuz? 
Gülay- Ben, kesinlikle 65 yaşına kadar orada kalamam. Kalmayı da düşünmüyorum.
* Niye? Niye bir an önce Türkiye’ye gelmenin hesabını yapıyorsunuz? 

Gülay- 
Bir kere kültür farkı var. Adam seni 24 senedir benimsememiş. Beraberce çalışıyorsun, yiyorsun, içiyorsun, geziyorsun, tozuyorsun ama öyle bir nokta, öyle bir an geliyor ki, adın Hikmet, Kamil, Ali, Veli, olduğu için sonunda onlara göre yabancısın. Alman değilsin. Adam seni bir makine olarak görüyor. Çalışmak zorunda olan kişi olarak görüyor. “İstemediğim zaman, ya da ihtiyarladığı zaman gitsin” istiyor. Yük olmanı istemiyor. Yarın orada emekli olacaksın. Orada çoğalıyorsun. Türk nüfus çoğalıyor. Bunlar Alman’ın işine gelmiyor.

Ben de diyorum ki, “bizim de bir vatanımız, memleketimiz var. Üç beş kuruş kazanırsın.” Ben, doğduğum yerde olma anlayışındayım. Doğduğun yerde olmaya çalışacaksın. Alman’ı, İngiliz’i, Fransız’ı doğduğu yerde oluyor da Türk milleti olarak biz niye olamıyoruz? Niye Geyikli’de herkes dışarı gidiyor? Karadeniz’in halkı niye dışarı gitmek zorunda kalıyor? Sonuçta, ya çocukluğumu yaşayamadığım için, ya vatanımı çok sevdiğim için, dinimi yaşayamıyorum, ezan duyamıyorum; onun için dönmek istiyorum.

* Ezan duyamamak size göre çok mu büyük bir problem? 
Gülay- Benim için çok büyük bir şey. Bu bir yana sonuçta ana yok, baba yok, köylü-komşu yok, kök yok. Bilinçsizce gitmiş bir yerlere kök salmaya çalışıyorsun. Bu ağaç ne kadar tutar. Bu ağaç bir gün devrilir. Sonuçta devrilir. Orada kendimi köksüz bir ağaç gibi hissediyorum. Şuradan çalıştığım bir arkadaş içeri girsin, sana, “Hikmet dönüyor” der. Dönme konusunda öyle bir konumdayım. En son 1992’den beri “Ben burayı terk edeceğim” diyorum.

Gelmek zor kalmak daha da zor 

* 12 sene önce dönmeyi düşündünüz de niye 12 senedir dönemiyorsunuz?
Gülay– 12 senedir niye dönemiyorum. İkinci çocuk olunca bir anda unutuyorsun. Kendini ikinci çocuğun geleceğine kaptırıyorsun.
* Geçim sıkıntısı kaygısı seni orada tutmaya sebep oluyor değil mi?
Gülay– Sonuçta öyle.
Türkiye’de dört tane çocuğumu ve ailemi geçindirebileceğim kanaatinde olsanız, hemen buraya gelir misiniz?
Gülay– Hemen gelirim. Tabii gelirim. Bir çark dönse hemen gelirim. Üç beş saniye dayanacak bir çark döndürsem, bir seneyi kurtaracak bir düzen kurabilsem hemen dönerim.
* Gördüğüm kadarıyla sizin aile parçalanmış bir aile özelliği taşımıyor. Aile kurumunu muhafaza edebilmişsiniz. Bütün bunlara rağmen yine de dönmeyi düşünüyorsunuz. Benim ailem bugün bütün bir aile, değerlerinden kopmamış bir aile, aile bütünlüğünü koruyan bir aile ama gelecekte, beş-on sene sonra parçalanır, bireyleri kaybolur, yok olur endişesi taşıyor musunuz?
Gülay– Parçalanır belki ama hepten yok olur endişesi taşımıyorum. Hepten kaybolma endişem yok ama sonuçta birbirinden uzaklaşacaksın. 8-10 ay burada yaşayacağım. Çocuklardan haber bilmeye gideceğim. Ama sonuçta dağılıyorsun. Mesafe de uzak kalıyor. Oğlum orada yüksek tahsil görüyor. Ben istiyorum ki memleketime gelsinler, Ankara’ya, İstanbul’a gitsinler, orada onları daha kolay bulurum. Ya da o beni kolay bulur. 
* Birçok insan şöyle düşünüyor: Türkiye’de doğru dürüst bir sağlık sistemi olsa hemen döneriz, diyor. Adam emekli olmuş, sadece sağlık sisteminin iyi olmayışından dolayı dönmüyor. Siz bu tercihe hak veriyor musunuz?
Gülay– Bazen tartışıyoruz. Ben, “Ah vatan, ah vatan” diyorum. Adam “Fırsatını bulursan git” diyor. “Sen niye gitmiyorsun?” diyorum. “Bizden iş geçmiş” diyor. “Çocuklar burada. Burada kök salmışım. Orada istediğim sağlık sistemi yok. Burada zorlanmadan kendimi tedavi ettiriyorum. Türkiye’de bu yok” diyor. Ben de “Hiç mi özel hastane yok” diyorum.
* Türkiye’ye dönüşünüze yardımcı olma açısından söylemek gerekirse, Türkiye yer altı kaynakları açısından zengin bir ülke. Borda dünyada birinci, altında ikinci sırada. Devlet bir şirket kursa, Almanya’daki Türk işçileri ortak etse, böyle bir şirkete ortak olmak düşünceniz olur mu?
Gülay– Olmaz mı? Bu geçmişte yaşanmış. Birileri bir araya gelmiş şirket kurmuşlar. Vatandaşın parası çalınmış, çırpılmış, üretime dönüşmemiş. Bir tarlaya bir şey yapmışsın. Fabrika diye bir şey koymuşsun. Vatandaş, “Fabrikamızı gidelim görelim” demiş. Gelmiş bakmış ki hiç bir şey yok. Ama vatandaş bugün yine de “Para istiyorsan para verelim. Fabrika istiyorsan fabrika kuralım” diyor. Devlet böyle bir şeye girsin millet akacak. Ama millet güven duyacak.

EVLAT, TERCİHTE ZORLANIYOR

Türkiye’nin yanlış devlet politikaları yüzünden 16 yaşında Almanya’ya savrulan Hikmet Gülay, geri dönmenin özlemi içinde kıvranıyor ama onu kıvrandıran bir şey daha var: Gözlerini Almanya’da dünyaya açan kızı Hatice uyum sıkıntısı ile karşılaşacağı endişesiyle anavatana dönme konusunda tereddütler yaşıyor. 

Babasını teselli kabilinden “babamın dönme isteğini anlıyorum” diyen 15 yaşındaki Hatice, Almanya’daki üçüncü nesile ışık tutacak bir prototip olarak ders alması gerekenlerin ders alması gerektiği şekliyle kendi zor konumunu şöyle dile getiriyor:

Hatice– Aslında biz de dönmek istiyoruz. Ama karar vermekte zorlanıyoruz. Çünkü biz orada doğduk, büyüdük, okula gidiyoruz. Bizim için dönmek zor olur. Ama illaki babam gelmek isterse ben de “hayır” demem.

* Yani babanın bu kararına saygı duyar, kabul edersin öyle mi?
Hatice– Ben babamı bu konuda anlıyorum. 
*”Anlıyorum” derken neyi kastediyorsunuz?
Hatice– O da burada doğdu büyüdü. Buraları bıraktı. Almanya’ya gitti. Şimdi ise dönmek istiyor. Ben de onun gibi burada doğsam, büyüsem, sonra Almanya’ya gitsem ben de dönmek isterdim. 
* Peki sen Almanya’yı oturma, kalma, hayatını sürdürme açısından birinci vatan olarak mı görüyorsun, ikinci vatan olarak mı görüyorsun?
Hatice– Birinci vatan olarak görüyorum.
* Türkiye’yi.
Hatice– İkinci vatan olarak görüyorum.
* Niye?
Hatice– Ben Türkiye’yi pek bilmiyorum, tanımıyorum.
*”İlerde uyum sağlayamayız, Almanlarla aramızda problem çıkar” korkusu yaşamıyor musunuz?
Hatice– Doğrusunu isterseniz yaşamıyoruz. Ama babamda o korku var.
* Babanda, “Biz Almanya’da sürekli kalırsak evlatlarım kaybolur, benliğini yitirir, elimden kayar, dinini yaşayamaz, dilini unutur” korkusu var mı?
Hatice– Başkasını bilmem ama dilimizi unutma korkusu olabilir. Diğerlerini sanmıyorum. Çünkü o bize ailenin değerini öğretti, gösterdi. Aileden kopulmayacağını gösterdi. Yoksa o da şimdi kendi ailesinden kopmuştu. 
* Bütün bunlardan sonra “Ben, ille de Almanya’da kalacağım” mı diyorsun?
Hatice- “İlle de kalacağım” demiyorum ki. Kalmak isterdim ama babam gitmek isterse de giderim. Ben daha 18 yaşına gelmedim. Babamın kararına uymak durumundayım.
* 18 yaşına geldiğin zaman ne yapacaksın?
Hatice– O zaman ne yapacağımı şimdiden bilmiyorum. 
* Tercihini Almanya’dan yana kullanırım manasına mı geliyor bu?
Hatice– Evet. Burada olduğum zamanları babam “buraya gelelim” diyor. O zaman insana çok kolay geliyor. Ama bunu Almanya’da dese “nasıl yapacağım, okulumu nasıl bırakacağım?” diye düşünüyorum. Düşünüyorsun işte. Burada söylese benim için hiçbir problem değil. Şimdi Almanya’yı unuttum. Burada kuzenlerimi, amcalarımı, dayılarımı, akrabalarımı gördüm. Kolay geliyor. Ama okullar başladı, tatiller bitti, Almanya’dasın, o zaman tercih zorlaşıyor.

Araştırma-Röportaj: Kamil Bayraktar

HENÜZ YORUM YOK

YORUM GÖNDER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Exit mobile version