Home Yazarlar Hasan Köse - Yazar Sosyal Adalet (Social Justic) ve Ekonomik Adalet (Economic Justice)

Sosyal Adalet (Social Justic) ve Ekonomik Adalet (Economic Justice)

 Sayın Cem Somel; adilmedya. com’da “sosyal adalet üzerine (Emek-Sermaye eşitliği mi?) adlı yazısında isim vermeksizin yazılarıma atıfta bulunmuş, eleştiriler yönelterek bazı sorular sormuş ve düşüncelerini ifade emiştir. Konuyla alakalı yaklaşımlarımızın anlaşılması, bu vesileyle başka açılardan da ifade dilmesi, en azından yazılarımızı okuyup düşüncelerimizi eleştirme teveccühü göstermiş olmasına saygımızı ve memnuniyetimizi ifade etmek isterim.

Sayın Somel; “Adalet ve eşitlik arayışı ile güdülenen yeni siyasî arayışların hızlandığı günümüzde sosyal adaletin ne olduğu, nasıl tesis edilebileceğini tartışmak yerindedir. Bazı yazarlar emek-sermaye ortaklığı şeklinde çözüm önermektedir. “Emek” işçi ve işçi sınıfı demektir; “sermaye” sermayedar ve sermayedar sınıf demektir. İşçi ile sermayedarın ortak olması ne demektir? Ortaklık birbirine denk olanların işbirliğiyle gerçekleşir. Sermayedarlar arası ortaklıklar bile dengi denginedir: Carrefour, mahalle bakkalı ile ortaklık kurmaz. Sermayedar istihdam ettiği işçi ile nasıl ortaklık kuracaktır? Zanaatkârlardan, küçük üreticilerden oluşan ekonomilerde bir mana ifade edebilecek öneriler, kapitalizmde sosyal adalet sorununu çözmeye yaramaz.” Demektedir.

Sosyal adaletten/social justice anladığım, Luigi Taperelli (1793-1862) ve Antonio Rosmini-Serbati (1797-1855)  tarafından, Saint Thomas Aquinas’ın(1225–1274) öğretilerine dayanarak eşitlik, dayanışma, insan hakları ve onur temelli bir toplum yaratma fikriyle kavramsallaştırılan, John A. Ryan (1865–1945) tarafından yaşam için gerekli en az geçimliğin/living wage toplum tarafından insanlara/muhtaçlara verilmesi zorunluluğu olarak geliştirilen anlamdadır. Sosyal adalet ; içerik ve uyulama olarak insanlık tarihinin her aşamasında ve kesitinde bir şekilde mutlaka olagelmiştir. Ugulama olarak Kur’anın inzali sonrası en ergin biçimlerine ulaşmıştır. Bu anlamlarıyla sosyal adaleti, Tevrat(1) İncil(2) ve Kur’an(3) bireye, topluma ve devlete açık kesin ve yalın olarak söz konusu anlamlarıyla zorunlu kılmıştır.

Ekonomik Adalet /Economic Justice; Louis Kelso (1913–1991) ve Mortimer Adler(1902–2001) tarafından katılım, uyum ve dağılım ilkeleriyle açıklanmıştır.

Katılım/ Participation; Özel mülkiyete ulaşmada fırsat eşitliği, girdi serbestliği, emeğe, insan hakları güvencesi ve eşitlik ilkesinin korunması, tekellerin ve ayrıcalıkların engellenmesi ile sosyal engellerin olmamamsıdır.

Dağılım/ Distribution; Emek ve sermayenin çıktılar/kâr üzerinden uyumlu olarak pay alması, fiyat ve ücretlerin devlet olmaksızın, özgür, açık ve serbest Pazar ilkeleriyle belirlenesi, mülkiyet ve sözleşme haklarının korunması.

Uyum/Harmony; Her türlü tekelleşme, istismar/rüşvet, ihtikâr, spekülasyon, imtiyaz ve haksız engellerin önlenmesi olarak tespit edilmiştir.(4)

Bir ülkede ekonomik adaletin sendikalarda bile tartışılmıyor olması, adaletle ekonomi arasındaki bütün köprülerin uçurulması, Müslüman zihinde adalet ve kalkınmanın ayrı şeritlerden ilerliyor olması Marks’ın “din afyondur” yargısına nazire bir kamera şakası gibidir. Oysa ekonomik adalet tüm hak ve özgürlüklerin garantisi, adil; sosyal siyasal ve hukukî altyapının zorunlu şartıdır. Onun da en temel zorunlu şartı sosyal adalettir. Sosyal adalet’in işlemediği bir yerde, özgürlük, fırsat eşitliği, mülkiyet hakları ve sözleşme hürriyetinin işlediği varsayılamaz. Katılım, dağılım ve uyum prensipleri sekteye uğrar.

Sayın Somel; “…İşçi ile sermayedarın ortak olması ne demektir?…”  Diye sormaktadır. Ortaklıktan anladığımız; Kur’nı Kerim, Ta-Ha suresi 32. ayetteki “  eşrik-hu fî emrî/ işime ortaklığı emret” anlamıyladır. Bu ayet-i celilede Musa Allahtan kardeşi Harunu işinde/görevinde kendisine ortak etmesini istemektedir. İngilizce,  BSTS / İktisat Terimleri Sözlüğündeki (2004),  “iki veya daha fazla kişinin sermaye, emek, bilgi ve becerilerini ortak bir amacı gerçekleştirmek için bir araya getirmeleri, partnership anlamıyladır.

Emek- Sermeye Ortaklığı; sermaye- sermeye veya emek – emek ortaklığı gibidir. Bir işin yapılması aşamalarında katkı sunan tarafların, elde edilecek kârın paylaşılması şartıyla sermayelerini ve/veya emeklerini veya emek ve sermayelerini birleştirmeleri anlamındadır. Bu birleşim’in adı, şekli ve oranı ne olursa olsun akitlerin/sözleşme/protokol asgari sıhhat şartlarından biri “hukukî eşitliktir” Bu eşitliğin dini kaynaklarda, anayasa ve yasalarda yazıyor olması elbette yetmez. Realize edilmesi de gerekir. Zira sebebi ne olursa olsun baskı altında yapılan hiçbir akdin sıhhatinden söz edilemez. Kendisi ve çocukları açlıkla karşı karşıya olan bir emekçinin sermaye karşısında eşit şartlarda özgür iradesiyle ücret pazarlığı yaptığı varsayılamaz. Geçim garantileri/sosyal adalet, toplumca veya devletçe sağlanmış olsaydı bunu varsayabilirdik. Evet sosyal adalet ekonomik adaletin zorunlu şartıdır.

Sayın Somel; “Ortaklık birbirine denk olanların işbirliğiyle gerçekleşir. Sermayedarlar arası ortaklıklar bile dengi denginedir” Diyor. Bu Olanla örtüşmüyor. Çünkü şirketlerin halka açılması küçük birikimlerin büyük sermayelerle ortaklığını mümkün kılmaktadır. Katılım sermaye bazında olunca sorun yok. Katılım emek bazında olunca neden sorun olsun. Katılan değerde denklik çıktı üzende denkliği zorunlu kılar. Denklik yoksa, katım miktarını çıktıya oranlamak niye mümkün olmasın?  Çıktıyı var eden katılım unsurları olduğu için, paylaşım/bölüşüm adaleti; ancak unsurların değer’in üretimi sürecine katılımları oranında mümkün olur. Zaten hiçbir ortaklık türünde denklik zorunlu şart değildir. Bin lirası olan bin kişiyle bir milyon lirası olan bir kişi ortaklık edebilir. Sermayedarlar arasında katılım oranında bir risk ve kâr bölüşümü olduğu gibi sermayedarlar ve emekçiler arasında simetrik eşitlikle (50/50) bölüştükten sonra emekçiler arasında toplam kâr’ın yarısı olan payları üretime katkıları oranında bölüşülür. Emekçiler’in sermaye karşısında bir sınıf olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Emekçiler işletme sahipleriyle tek tek ücret anlaşması yapmak zorunda bırakılmamalıdır. Emekçilerin tek tek kaç lira alacakları işletme sahibini ilgilendirmez. O emekçilerin paylarına düşen, kârın yarısını kendi aralarında paylaşım sorunudur. Onunda ölçüsü katılımdır. Bu adalettir. Burada ücret pazarlığı da olmaz, konu bir teknik adalet konusudur. Tartılır ve paylaştırılır. O kadar. Bu ücret pazarlığı üzerinden emekçileri, sanki hakları olmayan bir şey istiyorlarmış gibi yapılarak onurlarının örselenmesini de tamamen ortadan kaldıran bir modeldir.

Bu gün emekçinin sınıfsal varlığı ve temsili ya tamamen yok sayılmakta ya da tamamen kamu otoritesinin eline verilmektedir. Bu durum manipülatif bir kapitalizim-sosyalizim diyalektiği ile emeğin sınıfsal varlığı ve temsilini buharlaştırmaktadır. Emeğin üretim üzerindeki hakları sahipsizdir.  Sendikalar emeğin haklarını üretilen değer üzerinden takip etmek, savunmak ve mücadele örgütlemek yerine sadaka talep etmektedirler. Adeta batan bir geminin tayfalarının boğazı tokluğuna çalışma/kölelik karşılığı başka bir gemi kaptanı tarafından kurtarılması ve sonra kurtarılanların yaşam şartlarında birazcık iyileşme istemeleri gibidir. Sadaka dilenmekten başka bir psikolojisi yoktur. Oysa iki bin yıldır İncil; işçinin ücretinin çalışmasının karşılığı(5) olduğunu bir hak ediş, emek karşılığı ecir, olduğunu beyan etmektedir. Bu gün bazı sendikalar, varlık nedenlerini açıklarken “biz ücret sendikası değil, hizmet sendikasıyız” diyebilmektedirler. Yüksek gelir, mevki, makam sarhoşluğu, ayılmaz bir bilinç, uykuyla uyanıklık arası bir sersemlikle sınıfsal bir mücadeleyi ideolojik bir önyargıyla alt politik çıkarların hizmetine sunmaktadırlar. Daha kötüsü bunu yüz binlerin yutmuş olmasıdır. İslam dini açısından ibadetlerde unutma mazeret olmasına rağmen bu gaflet “sarhoşken namaz kılmanın” ötesinde sarhoşken namaz kıldırmaktır. Asla mazereti olamaz(6). Başka bir ifadeyle bu bilinç mustazafların emek ve varlıklarını Firavun’a satarak geçinen taşeron mele, mürtefin ve müstekbirlerin bilincidir. Taşeron köle taciridir, sendikalar pazar.

Sayın Somel; “Sermayedar istihdam ettiği işçi ile nasıl ortaklık kuracaktır? Zanaatkârlardan, küçük üreticilerden oluşan ekonomilerde bir mana ifade edebilecek öneriler, kapitalizmde sosyal adalet sorununu çözmeye yaramaz.” Demektedir. Sermayedarlar her türlü işletmede emekle en üst düzey yöneticisinden en aşağıdaki paspas işçisine kadar İngilizce partnership, Arapça eşrik anlamlarıyla, üretim ve hizmet zaten ortaklıktır. Hiçbir sermayenin emek olmaksızın kendi başına değer üretme imkânı yoktur. Buna bir değer üretimi olmayan, üretilenlerden çalmak, sistemik hırsızlık/faiz, kaba soygun rant ve kira da dâhildir. Mesele her türlü üretim değerinde emeğin payının sermayenin payına simetrik olarak tahsil edilmesi ve sermayedarlar kendi aralarında nasıl ki katılımları oranda adaletle pay ediyorlarsa aynı şekilde üretime katılımları oranında emekçilerin de kendi aralarında bölüşmeleridir. Bu bölüşüm eşitlik zemininde, eşit/muadil değil, üretime katkı oranında adil olacaktır. Benim   “kapitalizmde sosyal adalet sorununu çözmek” gibi bir derdim yok, bu necaseti varlığından olan bir şeyin yıkanarak temizlenebileceğine inanmak olur. Domuz etini gıcır gıcır yıkayarak mubah hale getirmek mümkün değildir. Ancak bazı insanlar alkolle terbiye ederek yemektedirler. Bu çözüm Hıristiyanlık içinde bir anlam ifade edebilir. Benim söylediklerim kapitalist paradigmanın kabul edebileceği bir şey değildir. Düzenin tamamını değiştirmeye yönelik bir sistemdir. Serbest Pazar’a evet ancak makro üretime müdahale, hem şimdinin dengesi, hem de gelecek kuşakların hakkı yeryüzü kaynaklarının israfının önlenmesi zorunluluğu ayrı ahlakî ve hukukî tartışma konuları olarak devam etmektedir.

Sayın Somel; “Beş asırdır bütün toplumlarda sermaye, nüfusun içinde sayıca az sınıfların elinde temerküz etmektedir. 1990lı yıllarda Rusya’da bazı şehirlerde ve Çek Cumhuriyetinde yönetimler üretim araçları “sermaye” mülkiyetini halka yaymak için özelleştirdikleri kamu işletmelerinin hisselerini fert başına eşit paylar hâlinde çok ucuz temsilî fiyatlarla sattı. Rusya’da bu bazı şehirlerde uygulandı. Rus ve Çek yöneticileri, neo-klasik ütopya doğrultusunda ideal bir kapitalist toplum yaratmayı umdu. Ne var ki, takip eden süreçte çok geçmeden bu hisseler nüfusun küçük bir kesiminin eline geçti. Sermaye daima temerküz eder.” Demektedir.

Beş asırdan önceki tarım toplumları, İslam dünyasında bazı adaletsizlikler olmakla birlikte mülkün ve sermayenin temerküzü dünyanın diğer yerlerine nazaran adalete daha yakındır. Bunun nedeni yarıcılıktır. Dönemin algısında sosyal adalete tekabül eden zekât ve sadaka atıl servetin cüz-i bir bölümüdür. Temerküz eden servet önemli oranlarda vakıflar üzerinden kamuya hizmet olarak dönmekteydi. Bunun en gelişmiş hali bu günkü bankaların proto tipini oluşturmak için İngilizlerin örnek alıp faiz ekleyerek uyguladıkları para vakıflarıdır. Para vakıfları faizsiz borç vermekte ödeyememe durumunda affetmektedir. Doğrudan kurandan kaynaklanan karz-ı hasen(7) kurumudur.

Rusya ve Çek tecrübesi üretilmiş değerleri rant olarak biraz daha geniş kesimlere yaymıştır. O kadar. Var olan serveti ve üretim araçlarını eşit ve karşılıksız olarak milyonarca insana dağıtmak kapitalizmi başka bir şekilde üretmek olur. Sistem değiştirilmeksizin sermaye paylaştırılmıştır. Az patronlu bir kapitalist sistemden geçici bir süre için çok patronlu bir kapitalist sisteme geçilmiştir. Bu yangın söndürme uçaklarıyla deniz suyunun dağların tepesindan aşağı boca edilmesine benzer. Su akar ve yine getirildiği denize ulaşır. Çünkü coğrafi yapı değişmemiştir. Bu diğerinden fazla olarak erozyona, yeni bataklıklara ve daha fazla susuzluğa da neden olabilir. Çünkü tüketim alışkanlıkları ihtiyaçtan ihtirasa, zevkler barik ve doğaldan suni ve kısır olana doğru değişir. Toplumu çürütücü özellikler artar. Çürüme bir öncekinde yalnızca sosyete cemiyetlerindeyken toplumun hücrelerine kadar yayılır.

Yapılması gereken sermayeyi suni olarak dağıtmak değil, üretilen tüm değerlerde sermayenin simetriği olan emeğin hakkını 50/50 olarak tahsil edip emekçiler arasına katılımları oranında adaletle dağıtacak bir anayasal sistem kurmaktır. Bu ekonomik adaletin üretim aşamasıdır. Eğer emeğin kazanılmış hakları ile edinilmiş servetleri işletmelerde kalsın deniyorsa serbest piyasa şartları orada işler. İşçi emeğiyle katılıma devam ettiği işletmeye işletmesinin halka açtığı bonolarını satın alarak ortak ta olabilir. Bu zaten uygulanmaktadır.  Benim dediğim toplam üretim değeri üzerinde sınıf olarak emeğin payının %50 ye olduğu ve katılımları oranında emekçiler arasında adaletle bölüştürülmesidir. Bu servetin çoğalma ve dolaşımının en doğrudan ve doğal, meşru ve ahlakî yoludur.

Sayın Somel; “Karl Marx’ın Kapital başlıklı eserinde kârın menşeini araştırırken dikkatini kapitalist işletme içindeki bölüşümde (ücret-kâr ilişkisinde) odakladı. Marx’ın tesiri altında solcular toplumsal bölüşüm meselesini ekseriya bu dar çerçevede irdeler. Oysa kapitalist toplumda zengin-yoksul çelişkisi sadece işçi ile sermayedar arasında değil, tüm emekçilerle tüm burjuvalar (sermayedarlar, yüksek bürokratlar, burjuva siyasetçileri, kalemini kiralayan akademisyenler, medya mütegallibeleri vs.) arasındadır. Sosyal adalet meselesini bu bağlamda düşünmek lâzımdır. Bu gruplar üretim tesisleri üzerinde mülkiyet, finans sermayesi, konut mülkiyeti, makam sayesinde toplumsal hâsılanın büyük bir kısmına faiz, kâr, kira ve yüksek maaş şeklinde el koymaktadır.” Demektedir.

Kapitalist sistemde kâr; işçi ücretleri de masraf sayılmak üzere tüm masraflar çıktıktan sonra elde kalan değerdir. Bu denklem kamu üretim nimetlerini dar bir zümre elinde temerküz ettirmekte, piramidal bir ekonomik yapıyla tabanı çoraklaştırmaktadır. Açlık, yoksulluk, şiddet ve kaba güç kaçınılmaz sonuçtur.  Ancak bu Allah’ın değil sistemin takdiridir. Bu tür toplumlarda kulların takdiri Allah’ın takdirinin önüne geçmekte ve daha üstün tutulmaktadır. O zaman Allah mustazaflardan bu düzene başkaldırma ve adalet doğrultusunda cehd içinde olmalarını ister. Eğer Mustazflar da değişim ister ve fakat adalet istemezlerse topyekûn helâk gelip çatıverir. Belalarını birbirlerinden de bulabilirler. Zira Musa Tur vadisinden döndükten sonra Beni İsrail’in yarısını diğer yarısıyla öldürmüş, bir zaman daha akıllanmalarını bekledikten sonra onları terk etmiş, ve o neslin tamamı ölüp çocuklarından akleden, adalet ve müsavat isteyen bir nesil gelinceye kadar da dönmemiştir.

Sayın Somel; “Anormal “emek” gelirleri de ayrıca gelir dağılımını çarpıtmaktadır: örnek olarak kendi bürosuna çalışan sermayedarlar, yüksek bürokratlar, burjuva siyasetçileri, kalemini kiralayan akademisyenler, medya mütegallibeleri, milletvekili maaş ve imtiyazları, “bağımsız kurul” üye maaşları, futbolcuların ve medyatik sanatkârların ücretleri zikredilebilir.” Demektedir.

Ben buna sendika ağalarının maaş ve gelirleri, kanaat önderleri ve bazı şeyhlerin gelirleri, spor kulübü yöneticilerini de ekleyeyim. Bunlar ağanın sürüsünde koyun, ambarında buğday, küpünde altın arttıkça korunması riskli ve zor hale geldiği için nitelikleri ve ücretleri artan çoban, seyis ve kapıkullarıdırlar. Bunlar maalesef yoksulluğun toplumun gırtlağına kadar çıktığı, çalışanların da yoksulluk içinde yaşadığı toplumlarda sorundur. Sermayenin adamlarıdırlar. Sermaye emekçilerden çaldığının bir bölümünü bunlarla paylaşmakta ve statüsünü korumaktadır. Yarıcılık uygulanırsa  emekçiler üretime kattıkları oranında gelir elde edeceklerdir. Yarıcılık mutlak eşitlik prensibine dayanır ancak bu gelir ve mülk denkliği anlamına gelmez. Gelir ve mülk denkliği insan türünün yeryüzündeki nihai ve en üst ideali olarak benim de idealimdir. Ancak bu varoluşun ve tecellinin çeşitliliği, dağılımı ve insani imkânların sınırlılığı nedenleriyle rasyonalizasyonunda bile ciddi sorunlar olan realizasyonu en azından şimdilik çok güç bir idealdir. Yarıcılık sistemi uygulanırsa bazı emekçilerin gelirleri ortaklık kurdukları sermayenin gelirlerine denk olabilir. O zaman genel zenginleşeceği için bunlar marjinalleşecek en azından normalleşecektir. Çünkü taban kalkacak, orta genişleyecek, tavan alçalacaktır.

Hz. Muhammed ve birinci halka ümmeti tarım toplumu şartlarında bütün üretim biçim ve aşamalarında yarıcılık sistemini uygulamıştır. Bu sistem Ümeyye Oğullarının ümmetin üstüne çöreklenmesiyle başlayan İslam açısından en kötü yönetim biçimi olarak tarif edebileceğimiz saltanat yönetimleri altında bile dünyanın rengini müspet yönde değiştirmeyi başarmıştır. İslam ümmetinin ve ülkelerinin cazibesi büyük oranda buna dayanmaktaydı. Saltanat İslam yönetim meşruiyeti açısından Müslüman’ın hayati tehlike durumunda doymayacak kadar domuz eti ve leş yemesi mesabesindedir. Yani İslam ümmetinin en kötü siyasal şartlar içinde bile olağan üstü bir medeniyet inşasını başarmış olmalarının nedeni yarıcılıktır. Siyasal iktidarlar saltanata dönüşmeyip de ümmetin rızasına dayanan seçim ve biat esaslı olarak devam etmiş olsaydı eminim bugün dünyanın rengi cennete daha yakın olurdu. Bu günse cehenneme bir düğmeye basmak kadar yakındır.

Yarıcılık; koyunlaşmayı önleyecek, sermayeyi emekle eşit şartlarda sözleşme yapmaya zorlayacak, toplumsal servetin her zaman toplumun çoğunluğu lehine emek bedelli olarak akmasını sağlayacak ve sağlıklı üretimi sürekli hale getirecektir. Servetin dağılımı orta sınıfın büyümesini sağlayacak tavan alçalıp marjinalleşirken alt gelir gurupları yükselecek ve gelirsizler atıl servetlerin küçük oranlı vergileriyle bile insan onuruna yakışan yaşam düzeyinde bir standartta yaşayabileceklerdir. Bunun için dengenin kurulması kadar sürekliliği de hayatidir.

Güç sermaye çarpı nüfus olduğuna göre bir kişinin elindeki bir milyar liradan on kişinin elindeki yüzer milyon lira daha güçlü ve işlevseldir. Bu parçalanma geometrik olarak ne kadar inerse ekonomi o kadar sağlıklı siyasal sistemler o kadar adalete yakın olacaklardır. Servetin emek ve girişim eğimli olarak paylaştırılması kanserli her türlü temerküzü önleyici dengeyi kuracaktır. İnsanların ellerinde birikenlerin hangi şartlarda elde tutulabileceği konusunda Sayın Eliaçık’ın yaklaşımları yol göstericidir. İhtiyaçtan fazlası; yatırım ve yatırım süreci, mülk ve para vakıfları ve infak. İslam açısından başka yol göremiyorum. Varsa bilmek isterim. Allah’ın arzı üzerinde bütün insanların hakları eşittir. Tabiattan veya piyasadan bunu çekip saklamak Allahtan çalmaktır haramdır. Faiz ise zaten, vermek zorunlulukta domuz eti mesabesindeyken, almak “kişinin kendi annesiyle Kâbede zinası gibidir. Hadis-i Şerif”

Sayın Somel; “Toplumsal hâsıla, toplumun kolektif çabasıyla üretilmektedir. İşbölümü içinde yapılan üretimde hiç kimsenin toplumsal üretime bireysel katkısı ölçülemez.” Demektedir. Bu ifadelere tamamen katılıyorum. Toplumsal hâsıla, üzerinde bireylerin payları ölçülemez. Bu doğru bu sebepten dolayı Hz. Ali “Beyt-ül Malın kapısı kilitlenemez, ümmet ile malı arasına kilit vurulamaz” demiştir. Gelen her ihtiyaç sahibi bir yılık ihtiyacını alır ve giderdi, bu Beyt-ül Mal boşalana kadar devam ederdi. Bunda Müslüman olma şartı da yoktu. İlk miskin maaşı Hz. Ömer tarafından bir Yahudi ihtiyara bağlanmıştır. Çünkü gençliğinde çalışarak toplumsal hâsılaya katılmış birisidir.

Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir fey ve ganimetleri eşitlik prensibine göre tamamen eşit olarak dağıtmıştır. Hz Ömer; İslam’a girişte öncelik, Hz Peygambere yakınlık gibi kriterlerle öncelikli bir sınıf esasına göre dağıtmış, Kureyşliler, ve Ensar( Medineli ilk Müslümanlar) haricindeki Müslümanlar arasında eşit dağıtmıştır.  Bu köle kökenlileri, sonra Müslüman olanları incitmiştir. Hz Ömer bu uygulamadan pişmanlığını ifade etmiş ve “önümüzdeki dönem Hz Peygamber ve Hz Ebu Bekir’in eşitlik uygulamasına geri döneceğim”(8) demiştir. Ancak buna ömrü vefa etmemiştir. Hz Ömer’in pişman olduğu uygulamayı Hz Osman devam edince eleştiriler yükselmiş, Hz Osman buna karşı “siz Ömer’e karşı söylemediğinizi bana söylüyorsunuz” demiş ve uygulamada ısrar etmiştir. İkisinin de katlinde bu meselenin etkisi de vardır. İlk Müslümanlarda Toplumsal hâsılada üzerinde mutlak eşitlik inancı ve talebi çok kuvvetlidir. Ümeyye Oğulları ve saltanatlar bunu klan asabiyeti ve güçle sindirmiş ve zamanla unutulmasını sağlamıştır.

Bu Sosyal Adaletle(Social Justic) alakalıdır. Varoluş nedeniyle sahip olunan bir haktır. Burada mutlak eşitlik ve denklik esastır. Ekonomik Adalet (Economic Justice) ise mirasın paylaşılması, mal ortaklanın kattıkları oranında, emekçilerin sermayeyle aralarında eşit kendi aralarında katılımları oranında kârdan pay almalarıdır. Emekçilerin üretilen değer üzerindeki payları hesaplanabilir bir değerdir. Katılım süresi, harcanan güç/efor, risk veya parça başı olarak hesaplanabilir. Ancak emekçilerin sınıf olarak sermaye karşısında yarıya yarı mevzisinin korunması gerekir. Bu paylaşım toplumsal hâsıla değil kurumsal/lokal hâsıladır. İşletme veya sektör hâsılasıdır. Hizmet sektöründeki ücretler üretim sektörü gelir adaletine oranla güncel/canlı kıyas yöntemiyle tespit edilebilir. Bu da toplum’un genel ekonomik dengesini sağlar.

Sayın Somel; “Toplumsal hâsılada her insanın, insan olduğu için, hakkı vardır.” Diyor. Katılıyorum. İfadeyi biraz daha güçlendirebiliriz. Toplumsal hâsıla üzeride her insanın, yalnızca insan olduğu için hakkı vardır ve eşittir. Emekli ücretleri toplumsal hâsıladan pay almaktır. Sigorta sistemleri gereksizdir. Bunlar zaten devletin asli görevlerindendir. Emekli Milletvekili ile emekli asgari ücretlinin ihtiyaçları arasında fark gözetip, toplumsal hâsıladan pay alma hiyerarşisi olması gerektiğine inananlarla belki aynı dindeniz ancak aynı itikadi mezhepten olduğumuzu  zannetmiyorum. Evet, bu eşitlik herkes içindir. Herkes, yalnızca insan olduğu, vatandaş olduğu, canını ortaya koyarak ve hayatının bir bölümünü feda ederek askerlik yaptığı, oğlunu askere gönderdiği, abisi yokken ebeveyninin hizmetini gördüğü, kardeşine harçlık gönderdiği, yavuklusuna yaşam sevinci ve hayatta kalma enerjisi verdiği, vergi verdiği, şahitlik yaptığı, komşu olduğu, fırsatı ve işi olduğunda çalışarak toplumsal hâsılaya katkı verdiği, çalışan eşinin ve çocuklarının hizmetini gördüğü, sokakta birisi ondan çekinerek başka birisine yapacağı kötülükten geri durduğu, bir ihtiyaç sahibini karşıdan karşıya geçirdiği, hırsızı, suçluyu, yangını, kazayı ihbar ettiği için diyebiliriz. Ayrıca, bütün üretimler Allahın Mülkünde olduğu için, Allah’da Mülkünden elde edilenleri insanlar rızıkta eşit oluncaya kadar paylaşın diye emrettiği için, bunun yapmaktan kaçınmayı şirk saydığı için, eşitlik inancı esas üstünlük vehmetme ve yaratma çabası küfür olduğu için diyebiliriz.

Hocanın işsizlikle ilgili ifadelerine de katılıyorum ve eklemek istiyorum. İşsizlik hem ulusal hem de küresel sermayenin ucuz işgücü oyunudur. Planlı bir rezerv ve ucuz ücret dengesi politikasının sonucudur. Bu gün Çin işçi ücretlerini yükseltiyorum dese buna önce neoliberal ekonomistler ve ülkeler engel olur. Bizde, işçiye toplusözleşme zamanlarında “sokaktaki işsizler”, kamu çalışanına “asgari ücretliler” resmi birinci ağızlardan tehdit olarak açıkça gösteriliyor. Sanki kamu çalışanından kesilen Asgari ücretliye veriliyor veya işçi ücretlerinde hak edilen ama verilmeyen fark kadar işçi istihdam ediliyormuş gibi. Bir bakan öğretmenler haftada iki gün çalışıyor derken, diğeri işçiler günlük iki buçuk saat çalışıyor diyerek aldıkları ücreti de fazla bularak başa kakıyorlar. Keşke İncil’e inanıyor olsalardı çünkü onda “işçi kendi ücretini hak eder”(9) diyor.

Hülasa siyasal sistemler ücretleri eşitlik zemininde adaletle çözerek ekonomik adaleti, mutlak eşitlik ilkesi doğrultusunda sosyal adaleti sağlama iradesi göstermezlerse yalınayaklılar tarihe balans vermek için evlerden sokaklara, sokaklardan caddelere meydanlara akacaklardır. Onlar bunu yapmaz bebekler açlıktan ölmeye engelli kızlar tecavüze uğramaya devam ederse Allah’ın büyük belası yakındır. Bu sünnetullahtır. Ve o zaman belki de bu zamandır.

—————————–

(1) Tevrat, II.Ezra/2/20-21  “Dolu ürünler ile yoksulun hakkını alıyor; yoksula ver, yetimi gözet ve cıplağı giydir.
(2) “Zayıf ile düşkünü kayır, topalı tökezletme colağa yardım et ve koru yönelterek onlara aydınlığımı göster.” İncil, Matta 19/21 “İsa ona: Eğer kamil olmak istiyorsan, gidip(18) neyin varsa sat ve yoksullara ver. Bununla gokte hazineye sahip olacaksın ve gel bana katıl, dedi.”
(3) Kuran-ı Kerim, Bakara 219 “…Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. “İhtiyaç fazlasını” de. Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.
(4) http://www.cesj.org/thirdway/economicjustice-defined.htm
(5) İncil, Luka 10/7- İncil, Timeteos, 5/18
(6) Kuranı Kerim, Nisa 75
(7) Kuranı Kerim, Bakara 245, Maide 5
(8) El Cabiri, Arap İslam Düşüncesinde Siyasal Akıl
(9) İncil, Luka 10/7

HENÜZ YORUM YOK

YORUM GÖNDER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Exit mobile version