HAZIR BULMADIK

Hiç bir şeyi hazır bulmadık

Doğduğumuzda şilte yatak üstündeydik

Kasımın yirmi dördü, yıllardan elli sekiz

Dışarıda soğuk rüzgârlar esiyordu

İçimize işledi kapı aralığından

Tuzun bile incesi yoktu

Tenimize sürmek için

Üzülmeyi henüz bilmesek de

Kara ışık altında

Zehra Ebe’nin kucağında

Çaresizliğimize ağladık

Çünkü hiç bir şeyi hazır bulmadık.

Bir anamız bir babamız vardı

Bir de Zehra ebemiz…

Sonra anamız da, babamız da gittiler

Arkasından da Zehra ebemiz…

Kala kaldık ortada!

Yürü dedi, kulum yürü; işiniz zor!

Uyku az,

Gece ayaz,

Yollar beyaz olacak.

Olacak mı bilemem

Lakin ümit ederim…

Gözyaşımı silerim,

Yardımını dilerim.

Ama yine de söylerim:

Hiçbir şeyi hazır bulmadık!

Ne elimizden tutan bir el,

Ne başımızı okşayan bir yel

Olmadı şu dünyada…

Islak ayaklarımızla bastık karlar üstüne

Hasret kaldık bir tutam sıcaklığa

Soğuk rüzgâr okşadı saçlarımızı…

Biz bilemeyiz içten gülmesini,

Ölçü kaçar dudaklarımızda.

Kâh diklenir saçımız,

Kâh çatılır kaşımız,

Sizinkine benzemez sofradaki aşımız.

Yani siz bize uzak, biz sizden ırak

Kendi işimizi kendimiz yaparız.

Kalın olmak zorundadır boynumuz,

Çünkü hiç bir şeyi hazır bulmadık!

Yokuşlara tırmanıyor yolumuz…

Yüksek tepelerin kartalı değiliz,

Serçe olmak düştü payımıza.

Gün geldi sığınacak bir dam,

Tutunacak bir dal aradık…

Dedim ya… Hiçbir şeyi hazır bulmadık!

Yani asansörle gelmediğimiz bu yerler,

İki ileri bir geri sendelese de aylar, günler

Her basamağına ayak bastık teker teker.

Sadakat beklerken dost bildiklerimizden

Zakkum suyu gibi acı oldu ihanetler, darbeler…

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz