“İMPARATORUN ÇÖKÜŞÜ”

         Kuzey Irak ve Akdeniz’deki  doğalgaz- petrol, yani enerji hareketliliği ile birlikte bölge devletleri üzerinde yürütülen kanlı operasyonlara; Rusya’nın tarihte görülmediği şekilde bölgedeki askeri yığınaklarına, özellikle Akdeniz’de gittikçe artan savaş gemilerinin sayısına ve bu gemilerin savaş kabiliyetlerine; buna karşılık İsrail, Amerika ve Nato’nun tavrına ve duruşuna dikkat edildiğinde görülecektir ki Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede çok daha sıkıntılı günler yaşanacaktır.

        İran ambargosunun İsrail ve Amerika eksenli olduğu düşünüldüğünde, bölge ülkelerinin ekonomik kayıpları ve komşuluk ilişkilerinde ortaya çıkan sıkıntıların, başka yol bırakılmadığı için,  illegal olarak yürütülen ticari alış verişlerin ve diplomatik bağlantıların ülkemiz aleyhine çok daha açıklar ortaya çıkaracağı; gizli servislerin, yerli işbirlikçilerinin ve iç siyasetin elinde uzun süre koz ve malzeme olmaya devam edeceği anlaşılmaktadır.

           Türkiye’nin Başta Azerbaycan olmak üzere Türk Dünyası ile geliştirmek istediği çok yönlü ilişkilerin Rusya üzerindeki rahatsızlığı, Kuzey Irak ile yapılan enerji anlaşmaları buna eklendiğinde bir yandan İsrail ve Amerika’nın, diğer yandan da Rusya’nın ayağına basmaya başladığımızı düşünürsek; nükleer santral ihalelerinin enerji bağımlılığımıza son verecek olması, başta İngiltere olmak üzere Montrö anlaşmalarını rafa kaldıracak olan ve  İstanbul Boğazı’ndan geçiş yapan ülkeleri geçiş ücreti ödemek zorunda bırakacak olan Kanal İstanbulAlmanya’yı zora sokacak olan  üçüncü büyük havaalanı inşaatı dikkate alındığında nasıl bir kuşatma altına girdiğimizi anlamak çok da zor olmayacaktır.

           Bir yandan uçak gemisi ihalesi ile uzak hedeflere yönelişimiz, uzun menzilli füzelerle çevremizdeki füze tehditlerine karşı koyma arzumuz, diğer yandan, üç mühendisimizin gizli servislerce öldürülmesi pahasına silahlı kuvvetlerimizin elektronik yazılımlarını millileştirmemiz, yerli tank, uçak, helikopter, piyade tüfeği… gibi daha bir çok alanda herkesi şaşırtan üretim ve hatta ihracatlara başladığımız gerçeği karşısında; bizi sürekli tarım devleti, domates tarlası, meyve ve sera bahçesi olarak görmek isteyen ülkelerin ne gibi çılgınlıklar yapabileceğini hiç düşündünüz mü?

            Şu ülkelere çok dikkat etmek gerekir:  

       1. İsrail-Amerika ortaklığı ve bu iki ülkenin bölge ve Türkiye üzerindeki ortak çıkarlarına dönük hedefleri ve bu uğurda acımasızca bu güne kadar yaptıkları ve bundan sonra da yapabilecekleri her türlü kirli faaliyetler…

       2. Bir diğeri pek ön planda adı geçmese de İngiltere liderliğindeki Fransa ve Almanya’nın bölgedeki çıkarları ve bunu korumak, genişletmek için bölge ülkeleri ve özellikle Türkiye üzerindeki uzantıları ile kirli çalışmaları…

       3. Rusya’nın Kafkas Halkları ve Türk Cumhuriyetleri üzerindeki hakimiyeti ve bölgedeki enerji kaynaklarını kendisinin Türkiye ve Avrupa pazarlarına taşıyarak hem büyük gelir elde ediyor olması, hem de bunu bir stratejik tehdit ve yaptırım aracı olarak kullanıyor olması, gerek bu kazanımlarının gerekse Ortadoğu ülkelerine Suriye üzerinden uzanmak arzusunun önündeki en büyük engel olarak Türkiye’yi görüyor olması nedeniyle üzerimizdeki satranç oyunları.

         Bu devletlerin ülkemizde gizli servislerinin çok aktif olarak çalıştığı, kurum ve kuruluşlarda   kendileri ile bağlantılı elemanları olduğu anlaşılmaktadır. Uçak kaldırsak Kandil anında duyuyor, tır yürütsek biliniyor, “alo” desek duyuluyor… Milli devlet, güçlü ülke olmak için içeride ve dışarıda bu zafiyetleri önleyici bir yapılanma mecburiyeti vardır. Amerika dünyanın istediği ülkesinde katliam gibi operasyonlar yapıyor; bunun kendi medyasında haberi yapılmadığı gibi  “Ulusal  Güvenlik Meselesi” olarak kabul edildiği için sorgulanmıyor ve maalesef yargılanmıyor! Ülkelerin sorgulanamayan, denetim dışı örtülü ödenekleri, özel istihbarat yasaları da bunun için vardır.

          Bütün dünyadaki devletlerin az veya çok, gizli veya örtülü kendi ulusunun çıkarları ve ulusal güvenliği için diğer ülkeler aleyhine birçok faaliyeti vardır. Bu çalışmalar ulusal çıkar ve güvenlik için gereklidir. Ama bu ülkeler kendi içinde birlik ve uyum içinde gizlilik ilkesine uyarken ve birbirini deşifre etmezlerken; bizde birbirini tökezleten, enerjisini birbirini başarısız kılmak için harcayan, birbirini yakalamak için çalışan, birbiri ile çelişen, çekişen bir yapılanma gözlenmektedir! Çevremizde bunca tehlike varken içerideki bu güven vermeyen, dış ülkelerin iç uzantıları gibi algılanan bozuk yapı çok iyi incelenmelidir.

         Basın yayın ve sivil toplum kuruluşları ile televizyon kanalları, vakıflar, şirketler, sendikalar, bankalar, borsadaki işlemler, üst düzey kurum ve kuruluşların yetki ve sorumluluk taşıyan atanmışları… Bunların her türlü ilişkileri… Bir yargı mensubunun basından öğrendiğimize göre yirmi iki kez  Dubai seyahatleri… Yargının bağımsızlığı kadar tarafsızlığı da önemlidir. Bu konsept ile her şey yeniden ele alınmalı ve incelenmelidir.

         Bu yeniden inceleme çalışmaları, emperyalist sömürgeci güçlerin aleyhine olacağı için medya aracılığı ile bütün dünyaya bağırmaya başlayacaklar, yazacaklar, çizecekler:  “Yetişin… Türkiye’de antidemokratik faaliyetler var, Kızıl Sultan(!) Abdül Hamit geri geldi, diktatörlük var! ”  diyecekler.  Hitler benzetmesi yapacaklar…! Ne dersiniz, bağıracaklar diye uluslar arası çıkar güçlerine teslim mi olalım?

         Amerika, İsrail, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya’daki çocukların geleceği, yaşama hakkı var da Türkiye’deki çocukların yok mu?Kendi ülkemizde siyasi iktidarları eleştirme, suçluyu  yargılama hakkımızı kullanalım ama seçilmiş siyasi iktidarı yıkalım derken devleti yıkmayalım. Siyasi iktidarlar seçimle gelir gider ama devlet bakidir. Bu ülkenin çocuklarının geleceğini sömürgeci ülkelerdeki çocukların geleceğine katık yapmayalım, eğlence masalarına meze yaptırmayalım!

         Ders verme süreci artık bitmeli! Yukarıdaki gerçekler ışığında kendimize gelmeliyiz. Gün; kardeşlik, dayanışma, birlik, beraberlik ve oyunları bozma günüdür. Yoksa daha önce “hasta adam” denilenpadişahlığın çöküşü ile Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü gözyaşları içinde seyrettiğimiz gibi, şimdi de “siyasi iktidar belki bize geçer” umutları ile büyükelçinin toplantıda ilan etiği “ imparatorun çöküşüne(!)”  aldanarak ülkenin çökertilişine göz yummayalım. Yumulan gözler yine göz yaşları içinde kalabilir.

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz