KIRIM’I KIRMASINLAR!

                       Ülkemizin terörden ve komşularımızdan kaynaklanan sıkıntılı zamanlarında herkes görüntüdeki olaylara bakar, kendince çözümler ararken, ben de böyle günlerde hep haritanın karşısına geçer haritaya bakarım: Çünkü yaşadığımız zorlukların büyük bir bölümü bölgenin yanlış haritasından kaynaklanmaktadır.           

Kurtuluş Savaşı öncesinde yeni kurulacak olan Türk Devleti’nin sınırları, “Misak-Milli” (Ulusal Yemin) altına alınarak ne kadar da doğru ve isabetli tespit edilmiş diye düşünürüm. Bugünkü sorunlarımızın büyük bir çoğunluğunun vatan topraklarımızın önemli bir bölümünün ulusal yeminimizde belirtilen sınırların dışında kalmış olmasından kaynaklandığını gördükçe de; misakı- milli sınırlarına bakar; “Ah! Ah!” diye hayıflanır dururum.            

Ulusal Yeminimizdeki haritamıza; Hatay’ın güneyinden doğuya doğru Kerkük’e kadar uzanan bölge, Batum, Batı Trakya dahil değil miydi? Ayrıca hesaplara göre Azerbaycan ile aramıza kasten ve özellikle Ermenistan toprağını aşağı doğru kuyruk gibi uzatarak Orta Asya ve Türk dünyası ile bağımızın kopartılması da yoktu. Atalarımıza, millet olarak doğduğumuz topraklara uzanan yolumuz, Nahçıvan Köprüsü kadar dar olamaz. Bu durum bizim enerji, kültür, ekonomi ve büyüme yolumuzu kesmektedir; bunun ne kadar farkındayız ve bu durumu ne kadar dert ediniyoruz?             

Bu hedeflere ulaşabilmek yeni savaşlar demektir; bunu biliyorum… Böyle bir çağrı yapmıyorum. Artık gün gibi açık ve seçik, bölgeyi kendi çıkarlarına uygun olarak yeniden bölüştürmenin, yeni prenslikler, krallıklar, emirlikler oluşturmanın eşiğindeki emperyal, sömürgeci şirketlerin desteğindeki güçler, dolayısıyla bu doğrultuda çizdikleri yeni bölge haritalarında Anadolu’yu parçalanmış gösterenler, karşılarında benim “Misak-ı Milli” ile büyümüş haritamı da görmelidir. Aradan epey zaman geçti diyerek bunu unutturduklarını zannetmemelidirler… Bizim de cebimizde atalarımızdan kalan böyle bir hedefin olduğunu bilmeliler…            

Genç nesilleri fikren Anadolu’ya hapsetmek, onların ufuklarını daraltmak doğru olmaz. Biz de artık lütfen bu gerçekleri genç kuşaklara öğretelim; aşamaları bilsinler, belki bir gün lazım olur…            

Meselâ Kıbrıs üzerindeki garantörlük hakkımızı BM’de büyük mücadelelerle söke söke alan ve ‘74 Kıbrıs Barış Harekâtını yapmamız konusunda, uluslar arsası alanda haklı olmamızı sağlayan, Menderes Hükümeti’nin dış işleri bakanı Merhum Fatin Rüştü ZORLU‘yu idam sehpası ile ödüllendirdiğimizi de bilsinler. Rahmetli Fatin Rüştü ZORLU’nun bu başarısı içeride veya dışarıda kimleri kızdırmış olabilir bunu da bir ara oturup enine boyuna bir düşünelim!             

Bunun yanı sıra Kıbrıs ve Ege adaları, vatan topraklarımızın o gün de doğal uzantıları olarak kabul edilmekteydi; bu gün de kabul edilmektedir. Yarın da öyle olacaktır. Dolayısıyla bizim olmalıdır. Yani Misak-ı Milli’nin bana göre yazılmamış olsa da ruhunda taşıdığı milli hedeflerindendir.                

Bence Kırım da bu haritaya dahildir… Sinop’tan Kırım’a; Kırım’dan Sinop’a doğru her gün sabah akşam karşılıklı feribotlar kalkmaktadır gönlümde… Ama ne yazık ki Kırımlı kardeşlerim; bu kalkışta halatlar siz olmadan çözülmekte, varışta biz olmadan bağlanmaktadır…             

Bilenler için bu gerçek acı bir tablodur… Sevdiğinize gidip de onu görememek, geri dönüşte arkada bıraktıklarınızı bulamamak kadar… Ama farkında olmayanlar için bu durum kuru, içi boş bir sokak sloganıdır.               

Bu ülkeyi, bu Asil Milleti sevenler açısından Kırımlı, Kerküklü, Batumlu, Batı Trakyalı bir harita ne güzel olurdu değil mi? Çok değil daha dün, seksen beş-doksan sene önce atalarımız; “Guvvacılar”, işte bize bu haritayı hedeflemişlerdi…. Onlar, soylu bir Millet’in evlatları olduklarını her kademede göstermişlerdi. Evet… Belki bir İmparatorluğu ellerinden kaçırmışlardı ama her kaybettiklerini onurluca kaybetmişlerdi. Dışarıdaki birleşik “sırtlan sürüleri” ; içerideki yüzyıllardan beri koynumuzda besledikleri ve bize de beslettikleri işbirlikçileriyle Halide EDİP’in “Vurun Kahpeye!” nidalarına konu olmuşlardı.            

Dört yüz sene koruduğu Kabe’nin kutsal anahtarını Lavrens dostu İşbirlikçilerden olan Şerif Hüseyin’e uzatarak; “ Yüce Allah’ın huzurunda ben bunun hesabını veremem, el ele vererek bizi arkadan vurduğunuz İngiliz birliklerinin komutanına bu anahtarı ben teslim edemem. Biz burayı sizin atalarınızdan devralmıştık; onların torunları olan size teslim ediyorum; nihayet bunu da başardınız; yazıklar olsun; al ve bu anahtarı sen ver.” diyerek kutsal anahtarı Şerif Hüseyin’e teslim eden ve bu durumu tutanaklara geçirmiş olan Osmanlı Paşası’na kim hayran olamaz?             

Eğer Ulusal Yemin metnindeki harita gerçekleşseydi bu gün yaşadığımız birçok sorun olmayacaktı. Yine bu harita gerçekleşmiş olsaydı bize birçok avantajlar sağlayacaktı. Mesela PKK ile mücadele mağaralardan ovalara inerdi ve biterdi… Belki de PKK hiç yapılanamazdı. Kıbrıs sorunu olmazdı, mücadele kültür anlamında devam ederdi belki ama toprak sorunu olmazdı; Batı Trakya’da seksen-doksan yıldır devam eden ve güya özgürlükçü Avrupa’nın zaten istediği ve dolayısıyla seyrettiği asimilasyon ve Dr. Sadık Ahmet katliamı olmazdı; Ege adaları, kıta sahanlığı gibi sorunlar olmazdı; Kırım Türkleri’ne o gün bu gün yapılan zulüm ve sürgünler yapılamazdı; Kerkük Türkleri’ne Saddam dönemi dahil, bugün yapılan zulüm, kıyım ve baskılar yapılamazdı…           Belki biraz tuhaf gelecek ama aslında -biliyor musunuz- biz güney sınırımızı henüz çizmedik; bu sınır beklemededir. Kerkük sevdamızdan bizi caydırmak isteyen İngiltere, o zaman belirlenen bir yüzde oranında, bize petrol kârı verilmesi kaydı ile ve tabi ayak oyunları ile Kerkük meselesinin ertelenmesini sağlamış; zaman sonra da bu paydan vazgeçmemiz karşılığında güney sınırlarımızın on beş – yirmi km. aşağı çekilmesini önermişti de buna karşılık biz; “Misak-ı Milli’den dönülmez” anlayışı ile bunu reddetmiştik. Yani; “ Ya Kerkük ya hiç.” demek istemiştik.             

Durum açıkça ortada değil mi? Sonra biz biliyoruz ki ABD de Lozan’da kararlaştırılan bu sınırı henüz tanımamıştır. Çünkü bölgede sözde Kürdistan ve Ermenistan Devletlerinin oluşturulmasına bundan yüz sene önce söz vermişti. Emperyal-sömürgeci güç olarak, eğer güney sınırlarımızı tanısaydı kullandığı insanlar nezdinde inandırıcılığını yitirirdi. Her sene gündeme getirdikleri “Ermeni tasarısı”  onlara; ”Sözümüzü unutmadık, az daha bekleyin!” demektir ve bu “az daha!” ifadesi doğrudur. Çünkü henüz kendi hesapları açısından o saat gelmemiştir.            

Bu nedenlerle ABD ve AB ile ilişkiler konusunda çok ciddi ve çok dikkatli olunması gerekmektedir. İçerideki bazı ”Batıcı” çevrelerin kamuoyunu yönlendiren; ”Avrupa’dan kopuyoruz!” Amerikasız olmaz!” feryatlarına kulak asmamalıdır. Bağlı değiliz ki kopalım!

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz