Say’ın Korkusu Gerçekçi Mi?

Dahi bir piyanist, ideolojik saplantıyla politika yapmaya başlarsa ne olur? Çok basit; birilerinin alt politik çıkarlarına alet olur. Bütün görkemiyle orta yerde duran sanatına karşı, toplumda olan veya olma ihtimali olan saygısı örselenir. Savunduğu politik gruba da uzun vadede bir yarar sağlayamaz. Hele ki toplumu kategorize eden bir dille yüzdeli konuşursa hepten mizah konusu olur. Doğrusu müziğin ve sanatın popülerleştiği, arabeskleştiği, marketlerin ucuzluk sepetlerinde, kullan at kağıt peçete misali birkaç kullanımlık üretildiği, en uzun dayanan müzik parçasının bir hafta akılda kaldığı bir zamanda, Fazıl Say gibi üstün yetenekli ve yetişmiş bir değerin ülkemizde ideolojik bir indirgemeci mantık üzerinden, fanatik bir siyasal dille konuşması birilerinin hoşuna gitse de talihsizlik olmuştur.

Bir sanatçının, nasıl ifade ederse etsin bir şekilde duygu ve düşüncesini dışa vurması, siyasi iktidarı ne kadar rahatsız ederse etsin yargı konusu olmamalıdır. Düşünceyi dışa vurmanın, sözün “bir kurumu zan altına düşürüyor” gerekçesiyle mahkemeye verilmesi topluma deli gömleği giydirmektir. Hukuk devleti ve demokratik katılım açısından talihsiz bir idari anlayış, dar bir ufuktur. İktidar, farklı seslere tahammülsüz, sanatçılara minnetsiz davranan, demokrasiyi sindirememiş kadroları kontrol altına almalıdır.

Fazıl Say; “…Milli Eğitim Bakanlığı’nın önceki yıl okullarda müzik ve resim derslerini kaldırma girişiminde bulunduğunu…” söylüyor. Keşke öyle olsaydı!

Sayın Say; Milli Eğitim Bakanlığı’nın, müzik, resim, beden eğitimi ve yabancı dil derslerinin kaldırmasıyla, müziğe, resim’e, heykel’e, spora ve dil becerilerine ne kadar büyük katkılar sunmuş olurlar keşke bilebilseydiniz. Eğitim sistemimizdeki müzik dersleri sizin okuduğunuz okullardaki gibi, yaşatılan bir etkinlik, ruh, akıl ve duyguların terbiyesi anlamında bir incelik süreci değil, süreli bir kâbustur. Ya da kıytırık dersler olarak görülür.

Oysa eğitim sistemimizde, sesi ve her hangi bir müzik aletini tanımadan nota, çamuru elleyerek ondan üç boyutlu bir şekil çıkarmadan heykel, haftada bir saat cızıktırmayla resim, herhangi bir spor dalında fizik, kondisyon ve teknik eğitim alıp, faaliyet göstermeden beden eğitimi dersi veriliyor. Anlatılıyor. Anlatılıyor. Hikaye yani. Göstermelik olmanın, ülke kaynaklarını israf etmenin ve gençlerin yeteneklerini keşfetmelerini engellemenin ötesinde hiç bir anlam ifade etmiyor.

EĞİTİM SİSTEMİ DEĞİŞMELİ

Sayın Say! Sizce, öğretmen merkezli, anlatım esaslı, kırk dakikalık sınıf içi etkinliklerle, çocuk ve gençlerde görsel zeka derinleştirilerek, plastik sanatlarda gelişme ve derinlik duygusu sağlanabilir mi? Ritmik zekanın geliştirilmesi ve ritm zevkin tattırılması ve derinleştirilmesi mümkün mü? Çamuru ellemeden üç boyutu ve mühendislik zekasının en önemli bölümü üç boyut derinliğini kavramak mümkün mü? Anlatıyla sanat zevkinin ve özel yeteneklerin gelişebileceğini düşünmek safdillik değil mi? Sürekli yarış ve rekabet duyguları, egzersiz ve etkinlikler olmaksızın, top oynamaksızın futbolcu, güreşmeksizin güreşçi, pota görmeksizin basketbolcü olmak, kinestetik (bedenini kullanma) zekayı geliştirmek ve sporcular yetiştirmek mümkün mü? Gramer ve kelime ezberleterek dil zekasını geliştirmek, yabancı dil öğretmek mümkün mü? Mümkünse o zaman Türkçe derslerinde neden sözlük ezberletilmiyor? Yabancı dille eğitim yapan Anadolu Lisesi mezunu öğrenciler arasında yapılan bir araştırmada yabancı dili okuma, anlama ve yazma düzeyinde bilenlerin yüzde on sekiz olduğunu bildiğimize göre diğer okullardaki komediyi yazmaya gerek var mı?

Bu derslerin acilen kaldırılıp, çeşitlendirilip, etkinlikler olarak tanımlanması ve sınıf ve imkanlar ölçüsünde de okul dışına çıkarılması gerekir. Resim, tüm yan alanlarıyla beraber, grafik, süsleme, tezhib, ebru, hat, kakma vb. olmalı. Heykel, kabartma, model vb. olmalı. Müzik, en az bir çalgı zorunluluğu ile yaşayarak, hissederek eğlenerek olmalı. Halk oyunları yanında müzik ve çalgı eğitimi olmalı. Resim etkinlikleri yaşamın içinden, yaşamın içinde olmalı. Yabancı diller, yine Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı mevcut okulların dışında resmi ve özel kurumlarca devlet kontrolünde ve desteğinde dil merkezlerinde yapılmalı. Her öğrenci için en az bir yabancı dili anlama, konuşma ve yazma, yüzde yetmiş düzeyinde olmalı. Çocuk eğlenerek öğrenmeli, öğrenirken eğlenmeli. Aynı zamanda okullar gençlere yararlı etkinlik sahalarını da öğretmiş, bu etkinlikleri tattırmış olmalı. Okul dışı hayatlarını da yararlı etkinliklere yönlendirmiş olmalı. Tüm bu etkinlikler serbest zamanlı ve seçmeli olmalı. Öğrenci bu etkinliklerde geçme-kalma değil, rekabet hissi ile mükemmelleşme kaygısı taşımalı. Teorik eğitim öğrencinin yetenek ve ilgisinin olduğu ve imkan yaratılarak etkinliğe dönüştürdüğü sanat ve spor dalları merkez alınarak çevreye ve genele doğru bir açılımla olmalı. Yani bir müzik aletini çalmayı öğrenen öğrenciye o çalgı merkezinden başlamak üzere müzik eğitimi verilmeli.

Evet, siz aslında haklısınız. Öğretmen sayısı artırılmalı, ama bu dersleri anlatmak ve işlemek için değil, yetenek avcılığı yapmak, okul içinde ve dışında kendi alanındaki yetenekli olan çocukları tespit etmek için artırılmalı. Bu çocukların gelişimlerini, sivil toplum örgütleri, klüpler, resmi ve yarı resmi kurumların imkanlarını koordine ederek sürdürmek için artırılmalı. Okul, çevre, belediye, halk eğitim ve veli imkanlarını en verimli bir şekilde seferber etmek için artırılmalı. Meslek liselerindeki koordinatör öğretmen statüleriyle çalışılmalı hatta.

Dengir Mir Mehmet Fırat, Fazıl Say’ın sözlerine üzüldüğünden daha çok, eğer gerçekten giderse, gidişine üzülmeli. Çünkü fikri, ideolojisi ne olursa olsun kim olduğuna ve nasıl söylediğine değil, ne söylediğine bakılmalıdır. Kimbilir, belki gerçekten korkuyordur. Kültür Bakanı, Sayın Say’a gerçekten itibar göstermeli ve onunla konuşmalıdır.

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz