Ahiret İnancı

“Rabbimiz! Bize, dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!” (el-Bakara, 201) 
***

Dünya-Ahiret Dengesi…/ Hayat ve Ölüm Sırrı

İslam; hem dünya, hem de ahiret dinidir. Daha doğrusu; insanı, fani/geçici dünya hayatında ebedi/sonsuz ahiret hayatına hazırlayan en mükemmel ve tek dindir. Peygamber Efendimiz; “Dünya, ahiretin tarlasıdır,”(Müslim, Iman, II/ 322) buyurmuşlardır.
Ahiretin ebedi güzelliklerini ancak bu dünyada kazanabileceğimize göre; dünya hayatımızı en verimli, en faydalı bir şekilde planlamak ve yaşamak zorundayız. Sevgili Peygamberimiz, bu meyanda; “Sizin en hayırlınız; dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyen ve insanlara yük olmayandır,”(Binbir Hadis, M. Arif, hds.: 431, 1325, s.177); “Himmet yönüyle insanların en yücesi; hem dünya hem de ahiret işine himmet gösteren mümindir,”(Enes b. Malik’ten) buyurmuştur. 
Yine; “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış,”(Muhtâru’l-Ehadis, s.29) buyurmuşlardır.
Dünya, ebedi kalmak için yaratılmış bir mekan değil; ebedi alemi kazanmak için yaratılmış bir imtihan meydanıdır. Nitekim Yüce Yaratıcı, bir ayette bu gerçeği şöyle beyan etmektedir:
“O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı.”(el-Mülk, 2)

Ahiret Daha Hayırlı / Dünyaya Aldanmayın!

Islam, dünya hayatını asla ihmal etmememizi istemekle beraber ahirete daha çok meyilli olmamızı tavsiye etmektedir. Kur’an, dünyanın geçici nimetlerine aldanmamamızı; dünya imkanlarıyla ebedi olan ahirete yatırım yapmamızı istemektedir:
“Dünya hayatı, sadece bir oyun ve eğlenceden başka birşey değildir. (Allah’ın azabından) korunanlar için elbette ahiret yurdu daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?”(el- En’âm, 32)
“Bilin ki, dünya hayatı; bir oyun, eğlence, süs, kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır. (Bu) tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider; sonra kurur; onu sapsarı görürsün; sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap, Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka birşey değildir.”(el-Hadid, 20)
Bir Müslüman, dünyanın bu karakteristik özelliğinin bilincinde olacak ve onu sadece kulluk için yaratan Yüce Rabbinin şu emrine göre tavrını belirleyecektir:
“Allah’ın sana verdiği (bu servet) içinde ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma; Allah, sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et.”(el-Kasas, 77)
Sevgili Peygamberimiz de, gerçek niyetin ahireti kazanmak olması gerektiği hususunda şöyle buyurmaktadır:
“Kimin arzusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar; artık dünya ona hakir gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah, iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar; işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak; dünyadan da eline, kendine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.”(Tirmizi, Kıyamet 31, Hds.: 2467) 
“Kimin tasası sadece ahiret olursa; dünya tasalarına Allah kifayet eder. Kim de dünya tasalarına kendini kaptırırsa; dünyanın hangi vadisinde helak olduğuna Allah aldırmayacaktır.”(Abdullah ibn Mesud’dan)
“Allah’ım! Hayat, ancak ahiret hayatıdır.”(Buhari ve Müslim; Riyazü’s-Salihin, Hds.: 462)
Yine Peygamber Efendimiz, dünyanın -ahirete kıyasla- gerçek konumunu ve aldatıcılığını şu hadisleriyle beyan edip bizleri ahiret ve kulluk şuuruna yöneltmiştir:
“Eğer dünya, Allah nazarında, sivrisineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı; tek bir kafire (bile) odan bir yudum su içirmezdi.”(Tirmizi, Zühd 13, Hds.: 2321; Ibn Mace, Zühd 11, Hds.: 2410)
“Dünya sevgisi, her çeşit hatalı davranışların başıdır. Bir şeye olan sevgin, seni kör ve sağır yapar.”(Beyhakî, Şuabü’l-Iman; Ebu Davud, Edeb 125, Hds.: 5150)
“Dünya, mümine (ahirete kıyasla) hapishane; kafire, cennettir.”(Müslim, Zühd 1, Hds.: 2956; Tirmizi, Zühd 16, Hds.: 2325)
“Dünya ile benim misalim; bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir.” (Tirmizi, Zühd 44, Hds.: 2378)
“Sen, dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol.” (Buhari, Rikak 2; Tirmizi, Zühd 25, Hds.: 2334)
***
Ebedi cennetin Müslümana ikram edilen nimetlerine kıyasla gerçekten aldatıcı olan dünya nimetleri ve imkanlarının; zalimlerin elinde mazlumu sömüren, ezen, aşağılayan bir vasıta olmaması ve insanoğlunun yaratılış gayesine uygun yaşayabilmesini kolaylaştırmak için Müslümanların dünyaya sahip çıkması ve hakim olması; yine Allah’a kulluğun bir icabıdır. Dünyada gerçek barış ve huzur ancak bu sayede sağlanabilir.

Ölmekten Niçin Korkmamalıyız? Ya da 
Ölmekten Niçin Korkuyoruz?..

Ölüm, ilahi ve değişmez bir kanundur. Ölümden kaçış mümkün değildir ve öldükten sonra mutlaka dünyada yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz:
“Her nefis(canlı) ölümü tadacaktır. Biz, sizi sınamak için şerre de, hayra da müptela kılıyoruz. Ve (sonunda) Bize döndürüleceksiniz.”(el-Enbiya, 35; el-Ankebut, 57)
“De ki: ‘Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra, görünmeyeni ve görüneni bilen (Allah)’a döndürüleceksiniz. O, size (bütün) yaptıklarınızı haber verecektir.”(el-Cuma, 8)
“Allah, süresi geldiği zaman hiçbir canı ertelemez. Allah yaptıklarınızı haber alandır.”( el-Münafikûn, 11)
“Artık kim, zerre kadar hayır yapmışsa onu görür. Ve kim (de), zerre kadar şer yapmışsa onu görür.”(el-Zilzal, 7, 8)
***
‘Korkunun ecele faydası olmadığı’na göre; ölümden korkmamayı tercih etmek ve hemen ölecekmiş gibi ölüme hazır olmak bizi rahatlatacaktır. 
Peygamber Efendimiz, “Allah’tan, hayırlı uzun ömür isteyiniz,” buyurmaktadır. Bu; asla ölümü istemeyiniz/kabullenmeyiniz, anlamına gelmez. Uzun ömür; Allah’a karşı kulluk görevimizdeki noksanlarımızı tamamlamak ve daha çok iyilikler yaparak ahirete yönelik derecelerimizi artırmak için bir fırsat olacaktır.
Bununla birlikte ölüme karşı sempati duymak için birçok sebepler mevcuttur: 
* Yüceler yücesi, en yüce sevgili olan yaratıcımıza kavuşmak, O’nun cemalini seyretme lutfuna ermek; ölüm gerçeğini yaşamakla mümkün olabilmektedir. Dostun, Dost’a kavuşması ölümle gerçekleşecektir. Insan, sevdiğine kavuşmaktan kaçmak yerine, ona kavuşmak için daimi bir iştiyak duymaz mı?
* Bütün peygamberlerin, Hz.Muhammed-Mustafa(s.a.v.) ve ashabının; nice şehitlerin, Allah dostlarının, alimlerin; dünyada kaybettiğimiz nice sevdiklerimizin yaşamakta olduğu ahirete, ancak ölüm kapısından geçerek ulaşılabilir. Onlarla birlikte ebedi bir hayat sürmeyi istemez miyiz?
* Dünyanın çilesinden, musibetlerinden, dayanılmaz hastalıklarından kurtularak sonsuz mutluluk diyarına geçiş, yine ölüm kapısındandır.
“Andolsun; sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme gibi şeylerle deneriz. Sabredenleri müjdele! / Öyle ki; onların başlarına bir musibet isabet ettiği zaman; ‘Biz, Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz,’ derler.” (el-Bakara, 155,156)
Sabretmenin müjdesine ve ait olduğumuz Zât-ı Kibriya’ya kavuşmak için de yine ölüm geçitinden geçmek gerekmektedir.
* Ölüm; “imtihan ve hayırda yarışma” dünyası olan bu dünyada yaptığımız güzel amellerin mükafatını alma mekanına açılan zaruri bir kapıdır. (Sınava ve yarışa bütün samimiyeti ve imkanlarıyla çalışan ve başaran bir öğrenci; başarı diplomasını ve takdirnamesini almaya gitmekten korkar mı?..)Ilahi takdirin cilvesidir ki; ödül sahnesine ölüm tünelinden geçerek varılmaktadır!..
* Ölüm, fani hayattan kurtuluş ve ebedi hayata geçiş imkanıdır. Gelip geçici olanların esaretinden kurtulup ebedi yâra kavuşmanın ve ebediyet arzumuzun yerine gelmesinin imkanıdır. Bediüzzaman’ın şu ifadeleri, bu iştiyakı ne güzel dile getirmektedir:
“Faniyim, fani olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem. Isterim; fakat yâr-ı bakî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç-ender-hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.”
***
“Ölüm, boş bir odadan dolu bir odaya geçmektir,” hadisini şerh eden büyük ârif Harputlu Kemal Efendi, şu açıklamayı yapmaktadır:
“Ölüm diye birşey yok!..Boş bir evden dolu bir eve geçmek gibi birşeydir ölüm. Takma dişinizi çıkarmak gibi birşey yani…
Ölüm anındaki çırpınışın sebebi şudur: Ruh, öte aleme, asıl vatana gitmek için çırpınırken, bu dünyaya ait olan beden de; ruh kendisinden ayrılıp gidince geçersiz hale geleceği için, onu bırakmamak için çırpınır…”
“Bülbülü, altın kafese koymuşlar; yine de ‘vatan!’demiş.” Yani; ruh, cesedin esaretinden kurtulup Rabbine kavuşmak ister. Dünyada ne kadar müreffeh bir hayat yaşarsa yaşasın, gerçek vatanı olan cenneti özler ve cesetten kurtulunca; kafesten uçan bir kuş misali sevinir. Ruh, ölümle birlikte gerçek özgürlüğüne kavuşur.
***
Halil Cibran’ın dediği gibi; “Ölümden korkmanız; kendisine ihsan ve iltifat edecek bir hükümdarın karşısında titreyen çobanın korkusu gibidir.”(Hak Erenler, s.88, Ist.-1970)
Yani; ölümden ancak bu manada korkan mü’minler olabilmeliyiz.

***
Salih amellerle süslediğimiz imanımız ve takvamızın derecesine göre, ölüm bize kolay ve sevimli olacaktır; zahiren en korkunç bir kazada veya en ağır bir hastalıkla can versek bile.
Birisi, Resulüllah’a sorar:
– Ya Resulellah! Nedense, ölümü hiç sevmiyorum; ondan hep ürküyorum. Ahirete ciddi bir meyil duyamıyorum!..
Resulüllah, şöyle buyurur:
– “Malın var mı?”
– Evet var.
– “Öyleyse, ondan ahiret için harca. Göreceksin ki; oraya ilgi duyacak, meyil hissedeceksin. Çünkü insan; malının bulunduğu yerden ayrılmak istemez. Senin malın ise, hep buradadır; oraya (ahirete) hiç göndermemişsin.”

***
Ölüm gecesini ‘şeb-i arûs: düğün gecesi’ olarak niteleyen Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, bakınız ölüm hakkında daha neler söylüyor:
“Öldüğüm zaman, sakın tabutumun ardından ağlama! O anda bende dünya derdi olduğunu sanma!…Şeytanın tuzağına düşersen, asıl o zaman yırtınman gerekir!..Benim için ah vah edip sızlama!..
Cenazemi toprağa verince, sakın ola gam yeme! Ayrılık, aaah ayrılık deme!..Benim için vuslat demidir o an!..Mezar, cennet topluluğunun perdesidir…
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret! Güneşle Ay’a guruptan hiç ziyan gelir mi? Sana batmak gözükür ama, doğmaktır o!..Mezar, hapishane gibi görünür fakat, canın hapisten kurtuluşudur aslında!..
Yere, hangi tohum ekildi de çıkmadı? Insan tohumu da çıkar; bundan şüphen mi var?! Hangi kova kuyuya sarkıtıldı da, dolu çıkmadı? Can Yusufu da elbette kuyudan çıkar!..”
***
Dünya için; 
“Hey gidi gölgeler ülkesi dünya!
Bir görünmez şeyin gölgesi dünya!
Boşlukta ayrılık bölgesi dünya!
Bu dünyada yeme, içme ve dövün!” diyen ve “büyük randevu” kabul ettiği Rabb’e kavuşmak için ölüm geçidinde terk edilmesi gerekenleri sıralarken;
“Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.
……..
Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada;
Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez,” diye haykıran merhum Necip Fazıl Kısakürek, ölümün güzelliğini şu “ölmez” mısralarıyla bakınız nasıl dile getiriyor:
“Öleceğiz; müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabb’e secdeler olsun!” 
**
Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber…
Hiç, güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?..”

Ahirete Inanmanın Dünya Hayatımızda Faydaları

* Dünyada yaptığı her amelin, ahirette mutlaka -mükafaat veya ceza olarak- karşılığı olacağına inanan bir kimse, yaptıklarına dikkat edecek; kötü davranışlarına pişman olacak ve iyi davranışlara yönelerek, dünyada huzurlu ve mutlu yaşayacaktır. 
Ahirete iman ve hesap korkusu, daima iyi insan olmaya yöneltecek; böylece, iyi insanlardan oluşan, birbirinin hakkına riayet eden, kötülüklerden sakınan insanlardan meydana gelen barış ve huzur toplumu oluşacaktır.
* Peygamber Efendimiz; “Ağız tadını kaçıran ölümü çok hatırlayınız,” buyurmaktadır. Ölümü ve ahireti hatırından çıkarmayan insan, elindeki varlığın(malın-mülkün) geçici olduğunu da bilecek ve sahip olduğu dünya servetini diğer insanlara bir baskı ve zulüm aracı olarak kullanmayacak; bilakis başkalarının da huzuru için kullanacak ve bunun kendisi için bir ahiret ve ebedi mutluluk vesilesi olduğunun şuurunda olacaktır. Bu şekilde bencillikten de kurtularak diğergam olacak ve toplumsal dayanışma gerçekleşecektir. 
* Dünyada nice kötülükler, zulümler ve haksızlıklar yapıp kanundan kaçan ya da yalan-dolanla suçunu gizleyen nice zalim günahkarların yaptıklarının yanlarına asla kâr kalmayacağına inanan mazlumlar ve bütün bir toplum; isyan edip anarşi çıkarmak ve daima huzursuz yaşamak yerine sabırla mücadele etmeyi tercih edecek ve ilahi adaletin ahirette mutlaka tecelli edeceği inancıyla rahat yaşayacaktır. 
“İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır?”(el-Kıyamet,36)
* Yok olup gitme inancının, dünyaperest/materyalist bir insanın ruh dünyasında ne büyük bir bunalım/sıkıntı yarattığını düşünebiliyor musunuz? Görünüşte ne kadar mutlu gibi olsalar da; -onlar da biliyor ve yaşıyorlar ki- bu sahte /geçici mutluluk, onları asla iç alemlerinde huzurlu kılmıyor. Halbuki, ölümü yok oluş değil; sonsuz hayata açılan bir kapı olarak bilen bir mü’min; -dünyada ne kadar maddi sıkıntı çekerse çeksin- yaşama sevincini asla kaybetmeyecektir. Üstelik bu sıkıntılara sabrettikçe, ahiretteki mükafaatının daha da artacağını düşünerek huzur ve neşe içinde olacaktır.
* Dünyada herşeyin/varlığın da yokluğun da, bir ilahi sınav gereği olduğuna inanan kişi; varlıkta da yoklukta da şükrederek Allah’ın rızasını (dolayısıyla cenneti) kazandığını bilir. Sıkıntı, hastalık ve çileye sabretmenin günahlarına kefaret olacağına inandığı için -hedefi de, daima ahiret yurduna yatırım olduğundan- dünya çilesi muhabbete dönüşür. Böylece; ahirete iman, çile ve musibetlere tahammül gücünü artırır.
* Ömürlerinin en yorucu ve sağlık bakımından en sıkıcı demlerini yaşayan ihtiyarlar için ahiret inancı en büyük tesellidir. Zira çekmekte oldukları bütün hastalık ve yorgunluklar ölümle birlikte sona erecek ve ahirette bitmez nimetler içerisinde ebedi gençliği yaşayacaklardır.
* Dünyada eşlerini, çocuklarını, anne, baba ve kardeşlerini ve dostlarını kaybedenler için de ahiret inancı -onları yaşama sevincinden koparıp hayata küstürmeyecek- büyük bir tesellidir. Zira dünyada kaybettikleri dostları, ebedi bir hayata göç etmişler ve Rablerine kavuşmuşlardır. Onlar, ahirette dünyadan daha mutludurlar ve kendileri de mutlaka birgün ahirete intikal edecekler ve bu ebedi mutluluğu birlikte paylaşacaklardır. 
* Ahirete iman sahibi olan kişi, kaybettiği dünyalıklar karşısında aşırı üzüntüyle kendini yıpratıp huzursuz olmaz. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi; “Allah’ım! Ahiret hayatından başka (gerçek) hayat yoktur,” diyerek kendini teselli eder. Bu imana sahip bulunan mü’min, daima şu ayetlerin de şuurundadır:
“(Yer)üzerinde bulunan herşey yok olacaktır./Yalnız, Rabbinin, celal ve ikram sahibi yüzü(zâtı) bâkî kalacaktır.”(Rahman S., 26, 27) 
“O’nun yüzü(zâtı)ndan başka herşey helak olacaktır. Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.”(el-Kasas, 88

Öldükten Sonra Dirilmenin Akli ve Ilmi Delilleri

*”Insanın ebede uzanmış emelleri ve kainatı ihata etmiş fikirleri ve ebedi saadetlerin nevilerine yayılmış arzuları gösterir ki; bu insan, ebed için yaratılmış ve ebede gidecektir. bu dünya, ona bir misafirhanedir; ve ahiretine bir bekleme salonudur.”(B. Said Nursi)
Yani, insandaki sonsuza kadar var olma arzusu, ancak öldükten sonra dirilip ahirette ebediyyen yaşamakla mümkündür. Bu arzuyu insanoğlunun gönlüne koyan Yaratıcı Kudret, aynı arzunun tatmini için ahireti yaratmıştır. Kim, yok olup gitmeyi ister ki?!.
* Her gecenin bir gündüzü, her kışın bir baharı olması gerçeği; bizleri, ölüm gecesinin de bir mahşer sabahı ve ölüm kışının da bir diriliş baharı olması gerektiği inancına götürmektedir. Yaratılış kanunu, bizleri bu gerçeği kabule sevk etmektedir. 
Âlemlerin Rabbi için, geceyi gündüze dönüştürmek ve kışı bahara çevirmek ne kadar kolay ise, öldükten sonra insanı diriltmesi de o kadar kolaydır. “O’nun işi, bir şeyi(n olmasını) istedi mi ona, sadece ‘ol!’ demektir; hemen oluverir.”(Yâsîn, 82)
*Dünyada bir sürü adaletsizlik hüküm sürmekte, zalimler mazlumları ezmektedir. Nice suçlular cezasını çekmeden gizlenmekte ya da ölüp gitmektedir. 
Öyleyse, mutlak adaletin tecelli edeceği bir alem olmalıdır. Yani öldükten sonra dirilişle birlikte herkes yaptıklarının hesabını vermeli; ilahi adalet yerini bulmalıdır.
Merhum şairin dediği gibi;
“Ot-çöp gibi insan, çürüyüp mahvolacaksa;
Taşlar gibi hissiz, bu mezarlar dolacaksa;

-Hâşâ- bir ‘Adalet Günü’ olmazsa ilerde;
Insan, neye katlanmalıdır bir sürü derde?..

Ruhun bütün arzusu heder, öyle mi -hâşâ-?
Tiksindirir insanı, bu çılgınca temâşâ!..

Ruhu topraklara defnetmesi maddiyyunun,
Intiharlar gibi korkunç, ne feci kanlı oyun!..
Vicdan bulur âsûde tesellisini ‘Din’de;
Mes’ûd ebediyyet, bu hayatın ötesinde!..(Ali Ulvi Kurucu)

* Insan, yaratılmışların en şereflisi ve mükerremidir. Hâlık-ı Zülcelal, bu hususu şöyle beyan buyuruyor:
“Biz, insanı en güzel biçimde yarattık.”(Tîn S., 4) / “Andolsun ki Biz, insanoğullarını mükerrem(hürmet ve tazime layık, ikram olunmuş) kıldık.”(el-Isra, 70)
Hz.Ali(k.v.)’nin; “Sen, kendini küçük bir yaratık sanırsın; bilmezsin ki, en büyük âlem senin içinde gizlidir,” dediği insanı Şeyh Galip, şu veciz ifadesiyle ne güzel tanımlamıştır!:
“Hoşça bak zâtına kim, zübde-i âlemsin sen;
Merdûm-i dîde-i ekvan olan âdemsin sen.”
(Kendine iyice bir bak ki; âlemin özüsün sen; / Yaratılmışların gözbebeği olan insansın sen.)
Cenab-ı Allah, kendisinden daha değerli bir varlık yaratmadığı insanı; kısa bir ömürden sonra nasıl yokluğa mahkum edebilir?..Bir sanatkarın, özene bezene büyük bir itina ile yaptığı ve en güzel eserim diye övündüğü bir eserini, kısa bir zaman geçtikten sonra kırıp-döküp -çürümek üzere- toprağa gömmesi düşünülebilir mi?..Elbette düşünülemez.
Öyleyse, Sâni-i Zülcelal’in en değerli eseri olan insan da; öldükten sonra yokluğa mahkum edilmeyecek; bilakis, ebediyyen var olmak için yeniden diriltilecektir.
*Esasen ölü varlıkların dirilmesine dünyada da şahit olmaktayız. 
Toprağa atılan kupkuru tohumlar, çürüdükten sonra içlerinden filizler yeşermekte ve meyve veren fidanlar haline dönüşmektedir.
Yediğimiz ekmek, su gibi ölü gıdalar; vücudumuzda dirilmekte ve bize kan ve can olmaktadır. (Evlenen çiftler, dokuz ay -yeterli beslenme sayılmasa da- sadece ekmek ve su ile beslenseler, bir çocukları dünyaya gelebilir. Böylece ölü gıdalar, dirilmiş ve canlı bir insan yavrusunu meydana getirmiş olur…)
Kış mevsiminde kupkuru ve ölü hale gelen yeryüzünün, baharın gelmesiyle birlikte nasıl yeşermekte ve dirilmekte olduğunu her yıl seyretmekte değil miyiz? Bakınız Yüce Allah, bu dirilişe dikkatlerimizi nasıl çekiyor:
“Rüzgarları gönderip bulutları yürüten Allah’tır. Daha sonra bulutları, ölü bir toprağa sürüp, onunla yeryüzünü ölümünden sonra yeniden diriltiriz. Insanları, öldükten sonra diriltmek de böyledir.”(el-Fâtır, 9)
“Ölü toprak, onlar için bir âyettir. Biz, onu dirilttik, ondan daneler çıkardık da ondan yiyorlar.”(Yâsîn S., 33) 
“(Allah) ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır; yeri, ölümünden sonra diriltir. Işte siz de, (kabirlerden) böyle (diriltilip) çıkarılacaksınız.”(Rûm S., 19)
*Bir sanatkar, aynı sanat eserini ikinci kez daha kolay ve daha mükemmel yapar. Allah için hiçbir zaman zorluk sözkonusu degilse de esasen, ikinci yaratılış daha kolaydır.
“Mahlukâtı ilkin yaratıp sonra (kıyamette) diriltecek olan O’dur. Bu öldükten sonra diriltme, (ilk defa yaratmaktan) O’na daha kolaydır.”(Rûm S., 27)
*Allah’a iman edenler için öldükten sonra dirilme ve ahiret konusunda hiçbir problem yoktur. Çünkü mü’min; iman esaslarına bir bütün olarak şüphesiz inanan kişidir. Ve o bilir ve inanır ki; irade, kudret ve tekvin sıfatlarına sahip olan Allah, ölüleri diriltmeye de kâdirdir.
Cenab-ı Allah, mezkur sıfatlarını; -inkarcıları düşünmeye(dolayısıyla imana) davet ederek- diriliş hususunda şöylece hatırlatmaktadır: 
“Insan, Bizim kendisini bir nutfeden(spermadan)nasıl yarattığımızı görmedi mi ki; şimdi apaçık bir hasım kesildi? / Kendi yaratılışını unutarak, Bize bir mesel verdi; ‘Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ dedi. / De ki: ‘Onları, ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir.”(Yâsîn S., 77-79)
“Dediler ki: ‘Biz kemikler haline geldikten, ufalanıp toprak olduktan sonra mı; sahiden biz mi, yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?’ / De ki: ‘Ister taş olun ister demir,’ / ‘Ister gönlünüzde büyüyen, (aklınıza tuhaf gelen) herhangi bir yaratık, (ne olursanız olun; Allah sizi diriltecektir.’ ‘Bizi, kim (tekrar) hayata döndürebilir?’ diyecekler. De ki: ‘Sizi, ilk defa yaratan (hayata) döndürebilir.’ Sana, alaylı alaylı başlarını sallayacaklar ve; ‘Ne zaman o?’ diyecekler. De ki: ‘Yakın olması umulur.’ / Sizi çağıracağı gün O’na hamdederek çağrısına uyarsınız(dirilip kalkarsınız) ve sanırsınız ki; (kabirlerde yahut dünyada) pek az kaldınız.”(el-Isra, 49-52)
“Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Evet O, herşeye kadirdir.”(el-Ahkaf,33)
Bütün mesele; akl-ı selim ile düşünebilmekte ve bu ayetlerin şuuruna erebilmektedir. 
***
Akıl, nefsî duygularla perdelendiği zaman; hemen yanıbaşındaki hakikatı inkar etmeye kalkışır. Öldükten sonra dirilme hususunda da, salim düşünemeyen aklın tavrı aynıdır. 
Ana rahminde doğmak üzere olan bir bebekle konuşmak mümkün olsa da ona; “Birazdan çok geniş, rengarenk bir dünyaya doğacaksın ve orada çok farklı bir hayat yaşayacaksın…” desek; henüz görmediği -ancak mutlaka doğacağı- bu dünyaya inanmak istemez ve anlatılanlar ona hayal gibi gelir. Henüz yumurtadan çıkmamış bir civcivin durumu da, bundan farklı değildir. Halbuki, koskocaman gerçek bir dünya ile arasında çok ince bir perde(kabuk) vardır. 
Yeniden dirilişi ve ahireti bir türlü aklına sığdıramayan insan da; bu dünyada, tıpkı ana rahmindeki çocuk ve yumurtadaki civciv misalidir. Halbuki, ölümle birlikte kabuğunu kıracak ve ebedi bir aleme yeniden doğacaktır. 
Bu gerçekten kaçış mümkün olmadığına göre; öldükten sonra diriliş ve ahiret hakkında asla gaflete düşmemeli ve bu kutsal sefere daima hazırlıklı bulunmalıyız. Yoksa son nefeste, şu şekilde hayıflanmamızın bize hiçbir faydası olmayacaktır:
“Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle, bütün bütün zâyi ettik. 
Evet, şu güzerân-ı hayat, bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgar gibi uçar gider…”(Bediüzzaman) 

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz