Referans Sorunu

Özellikle AB sürecinde, ekonomik, siyasi, hukuki ve diğer alanlarda yapılan değişikliklerin referansının batı medeniyeti olmasını, aydınlar ve siyasiler indinde aynı dilin kullanılmasını, zihni, felsefi, ilmi fukaralık olarak mı, yoksa, yönünü kaybetmiş, kendini tanımlama bunalımı yaşayan, tarihi ile şimdi arasında bağlantı kuramayan, kendi birikimleri ile tarihe yön verme cesareti gösteremeyen, pasif, bedavacı, havaleci, kendine güvensiz bir toplum haline gelmek olarak mı görelim?

Dünyanın;- iyi olsun kötü olsun- bu günkü durumundan her toplum, hatta yaşayan yaşamayan her birey sorumludur ve aynı zamanda hak sahibidir. Yani hiç kimse, günümüzde ulaşılmış olan bilimsel ve teknolojik seviyeyi tek başına sahiplenemez. Yaşanan insanlık dramları konusunda da hiç kimse sorumluluktan kaçamaz.

Her medeniyetin, insanlığa armağan ettiği güzellikler vardır elbette. Ancak, hiçbir medeniyetin güzel olan her şeyi sahiplenme hakkı yoktur.

Anlaşılan o ki, batı medeniyeti, dünya üzerinde var olan her şeyi sahiplenme ve kendisini, her yolu kullanarak pazarlama peşinde. Batı, kendi yaşam biçimini, düşünce sistemini, hayata bakışını, inancını, dünyaya pazarlıyor. Çünkü kendisi en idealdir. onların değerlerini benimsememiş hiçbir toplum gelişmiş değildir. Böyle toplumları geliştirmek için, en sinsi, gayr-ı ahlaki formüller uygulanmalıdır.

İdeal gördükleri medeniyete bakıldığında, görünüş itibari ile ışıltılı, al benili, özü itibari ile bomboş, mat ve karanlıktır. Dünyaya kan ve göz yaşından başka hiçbir şey verememeleri bundandır. Tanrıyı öldürmüş ve hayatın dışına itmiş, pozitivist, parayı ve insanı tanrılaştıran bir zihin yapısının, bundan başka verebileceği hiçbir şeyde olamazdı zaten.

Durum böyle olunca, hayatımızın her alanında; içten çürümüş, başkalarını sömürerek ayakta duran, durumunu sağlama almak için, insanların en temel hakkı olan, başta yaşama hakkı olmak üzere, daha bir çok hakkını rahatlıkla göz ardı edebilen batıyı neden referans alıyoruz?

Madde ve manayı en güzel şekilde meczeden, insanı yaratılmışlar arasında en güzel yere koyan, ancak tanrılaştırmayan, insan- Allah, insan- insan, insan- evren, Allah-evren arasındaki ilişkilerde olağanüstü prensipler koymuş,dinimizi ve tarihi tecrübemizi neden göz ardı ediyoruz?Batının etkisiyle oluşan ve bütün zenginliklerimizi yok eden, kendimize güvenimizi sarsan, aşağılık kompleksinden ne zaman kurtulacağız.

Referans aldığımız medeniyetin, insanlığa hiçbir şey vermediği gerçek anlamda anlaşılınca-ki bana göre anlaşılmıştır- insanlığın huzuru ve mutluluğu için, kendimize ait projemiz var mı acaba? Bizim biz olarak, insanlığa söyleyeceğimiz şeyler yok mu, olmayacak mı? Biz hep başkalarının yazdığı senaryoları mı oynayacağız? Başkalarının kendi hedefleri doğrultusunda hazırladığı, yazdığı tarihi mi yaşayacağız? Tarihi tecrübelerimizi ve imkanlarımızı kullanarak, kurallarını bizim koyduğumuz, asil, esaslı bir projeyi ne zaman inşa edeceğiz. Başkalarının kurguladığı sistemler içerisinde debelenip duracak mıyız? Bizim, yaşama ait evrensel kurgularımız nerede? Bize ait yeni şeyler söyleme zamanı gelmedi mi?

Toplumsal problemlerimizin çözüm yollarını, kendi içimizde bulmak yerine, çözümün; Ancak, AB’ye girersek olabileceği yönünde fikir beyan edenlerin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği son kararı tekrar gözden geçirmelerinde fayda var. 

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz