TEVRAT ve İNCİL’İN BOZULMADIĞI İDDİASINA KUR’AN’DAN DELİL ARAMA GAYRETLERİ

TEVRAT ve İNCİL’İN BOZULMADIĞI İDDİASINA
KUR’AN’DAN DELİL ARAMA GAYRETLERİ

Yazısını indirebilir veya okumaya devam edebilirsiniz.

TEVRAT ve İNCİL’İN BOZULMADIĞI İDDİASINA
KUR’AN’DAN DELİL ARAMA GAYRETLERİ

Hakkı BAYRAKTAR

Kur’an’a asla inanmadıkları halde, misyonerlerin, in­ter­net sitelerinde ve yayınladıkları birçok kitapta, elle­rindeki Tevrat ve İnciller’in bozulmadığına dair Kur’an’­dan – güya – onay alarak Müslüman halkı da yanıltıp yan­ları­na çekme gay­­retlerine şahit olmaktayız ( Bkz.: John Gılchrıst, Kur’an İle Kutsal Kitap Arasında Karşılaştırmalı Bir İn­celeme, Yalçın Ofset-İst., s.53 vd. / Tan­rı’­ya Gerçekten Teslim Olmanın Vak­ti, Yahova’nın Şahitlerinin Yayını, Baskı: Wachtturm Bibel -Und Traktat- Gesellschaft Deutscher Zweıg e.V.Wıesbaden-1983, s.18,19,30 / İnternet sitesi için bkz.: www.ısamesih.org veya www.mujde.com.)

” Kitab-ı Mukaddes, İslâmiyet’ten Önce Tahrif Olamazdı; Çün­kü Hz.Muhammed’in Zamanında, Tevrât, Zebur ve İncil Sa­pa­sağlam Duruyordu, ” başlığı altında delil gösteri­len ayet­le­­re ve iddialara bir bakalım:

***

” Gerçekten Tevrât’ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nur vardır. İsa’yı gönderdik ve ona içinde yol gös­terme ve nûr bulunan İncîl’i verdik. ” (el-Mâide, 44, 46)

Yukarıdaki ayetler, işlerine geldiği gibi kısaltıla­rak/eksik ve­rilmiştir. Halbuki ayetlerin tamamı şu şe­kil­dedir:

” Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tev­rat’­ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş peygamberler, o­nunla Yahudilere hükmederlerdi…/Ken­din­den önce ge­len Tevrat’ı doğrulayıcı olarak peygamberle­rin izleri üze­ri­ne,

Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, i­çin­de doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tev­rat’ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak ü­zere İncil’i verdik. / İncil’e ina­nan­lar, Allah’ın onda in­dir­di­­ği ile hükmetsinler. Kim Al­lah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır. / Sa­na da (ey Muhammed!), da­­­ha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Al­lah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzula­rına uyma… ” (el-Maide, 44-48)

Bu ayetlerden anlaşılan mana şudur:

Cenab-ı Allah, Tevrat’ı da, İncil’i de hak kitaplar olarak in­dirmiştir. İncil’i, kendinden önce gelen Tevrat’ı tasdik e­di­­ci ve Allah’ın yasaklarından sakınanlara bir hidayet ve ö­ğüt olarak, hatta başka bir ayetin beyanına göre; kendinden son­ra gelecek Hz.Muhammed’i müjdelemek için göndermiştir:

” Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: ‘Ey İsrailoğulları! Ben size, Allah’ın elçisiyim; benden önce gelen Tevrat’ı doğ­rulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında (O’nun bir adı da Ahmet’tir) bir peygamberi de müjdeleyici ola­rak geldim,’ demişti. Fakat O, kendilerine açık deliller ge­tirince; ‘bu açık bir büyüdür,’ dediler. ” (es-Saff, 6)

Demek ki, İsa’nın gerçek mesajında(gerçek Müj­de’­de) Hz.Mu­­hammed (s.a.v.) müjdelenmektedir. Hal böy­le olunca; “ İn­cil’­e inananlar, Allah’ın onda indirdiği ile hükmet­sin­ler, ” demek; ‘Eğer gerçek olan İncil’i kabul ediyorlarsa -el­­le­rin­deki bozulmuş İncillerde bulunmasa da- İsa’nın ge­tir­diği gerçek vahiydeki seni müjdeleyen sözü kabullen­sinler ve sa­na tabi olsunlar. Bunu yapmaz­larsa, yoldan çıkmış, gü­nah­­kar/fasıklar olurlar,” anlamına gelir.

Eğer geçmiş kitapların hükümleri hala aynen ve eldeki mevcudiyeti ile geçerli olsaydı o zaman; ” Sana da (ey Mu­ham­med!), daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı(Kuran’ı) gönderdik. Ar­tık a­ra­larında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana ge­len gerçeği bı­rakıp da onların arzularına uyma… ” ayeti ve bütün Kur’­ân’­ın gönderilmesine gerek olmazdı.

” İncil’e inananlar, Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsinler, ” ayeti bir gerçeği daha ifade eder: Peygamber Efen­di­miz zamanındaki Hıristiyanlar, bırakın Kur’an’a uymayı -bir din üzere olduklarını iddia ettikleri halde- içinde bazı ha­ki­kat kı­rıntılarının bulunduğu ellerindeki -muharref- İncil’e bi­le uymuyorlardı. Yani batıl dinlerinde bile samimi değil­ler­di.

Ya da bu ayet; “İncil’e inananlar, ellerindeki muharref İncil’­deki Allah’ın gerçek vahyini bulup bozuk olanları a­yıklayarak ona göre hükmetsinler. Ancak sana gönder­di­ği­miz Kur’an, zaten ellerindeki Tevrat ve İncil’in gerçek me­saj­larını da içine almakta ve korumaktadır. Öyleyse sana ta­bi olsunlar,” anlamına da gelebilir; Allahu a’lem.

***

• ” Onlardan bir grup var ki, Kitâb’da olmayan bir şeyi, siz Kitâb’dan sanasınız diye dillerini eğip büker (uydurdukları sözleri, vahiymiş gibi göstermek için kelimeleri dille­rinde bükerek okur, onları, kitâbın sözlerine benzetmeğe ça­lı­şır)lar ve: ‘O Allah katındandır,’ derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler. ” (Âl-i İm­rân Sûresi, 78) 

İDDİA :

” Şu bir gerçek ki, Kur’ân’daki bu ayetler incelenirse; Tevrât’ın ve İncîl’in değiştirildiği ile ilgili değil, ona inanan insanların sa­de­ce yaptığı hatalarla ilgili olduğu anlaşılır.

G izlemek ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir. Unutmak ve ‘tahrif et­mek’ aynı şey değildir. Bilmemek ve ‘tahrif etmek’ aynı şey de­ğil­dir. İnanmamak ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir. İnkâr etmek ve ‘tah­rif etmek’ aynı şey değildir. İnsanları Tan­rı’­nın yolundan çe­vir­mek ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir. Yanlış aktarmak ve ‘tah­rif etmek’ aynı şey değildir. Yanlış yo­rumlamak ve ‘tahrif et­mek’ aynı şey değildir.

Birçok kişi, Kur’ân-ı Kerîmi yanlış aktararak, Kutsal Ki­tab’ın değiştirildiğini ispat etmeye çalışıyor. Aslında Kur’ân-ı Kerîm, tam tersini öğretmektedir.

Kur’ân’da bulunan bu suçlamalar, Tevrât ve İncîl’in kendi­siyle, yani metinle ilgili değil, bu kitaplara ‘sözde inanan’ kişilerin yaptıkları yorumlarla ve işlerle ilgilidir. Eğer insanlar bu ha­tayı yapıyorlarsa bunun faturasını Tanrı’nın sözlerine çıkar­ma­mak la­zım. Tanrı bir emir verir de insanlar buna uy­maz ve­ya yanlış uy­­gularlarsa bu Tanrı’nın sözünün yanlış­lığını göstermez. Yani bu suçlamalar Kutsal Kitab’a değildir; bu, kişilere yöneliktir. Me­se­la; bir Müslüman, Kur’ân’a aykırı birşey yaparsa, biz de o ki­şinin yaptıklarına, sözlerine bakarak ‘Kur’ân tahrif edilmiştir,’ diyebilir miyiz? Bu kabul edilir bir tavır olamaz. Çünkü mantık çift taraflı çalışır. O zaman Kur’­ân-ı Kerîm’in, Yahudi ve Hıris­ti­yanların Kutsal Kitapları ile ilgili eleştirilerine yeniden bakalım:

A. Bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar, Kitab-ı Mukad­des’­in

Ayet­lerini Gizliyorlardı.

Bu, Kutsal Kitab’ın metinlerinin ‘tahrif’i ile ilgili bir­şey de­ğil­dir.

Bakara, 42 : ‘…gerçeği bâtılla bulayıp hakkı gizlemeyin.’

Bakara, 159 : ‘…belirttikten sonra gizleyenler(var ya!)’

Bakara, 174 : ‘…indirdiği Kitap’tan birşey gizleyip…’

Âl-i İmrân, 71 : ‘…niçin…bile bile gerçeği gizliyorsunuz?’

Mâide, 15 : ‘…gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıklıyor…’

Mâide, 61 : ‘…Allah, onların gizlediklerini daha iyi bilir.’

En’âm, 91 : ‘…parça parça kağıtlar…çoğunu da gizliyorsunuz’.

” Ben dünyada misafirim; Emirlerini benden gizleme .” (Mezmur, 119:19)

” Sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun (farketmez); çünkü O, göğüslerin özünü bilir. Allah yarattığını bilmez mi? O lâtiftir (bilgisi her şeyin içine geçen, herşeyi) haber alandır. ” (Mülk Sûresi, 13-14)

“Hiç kimse kandil yakıp bunu bir kapla örtmez, ya da ya­ta­ğın altına koymaz. Tersine, içeri girenler ışığı görsünler diye onu kan­dilliğe koyar. Çünkü açığa çıkarılmayacak gizli hiçbirşey yok; bilinmeyecek, aydınlığa çıkmayacak saklı hiçbirşey yoktur. Bunun için, nasıl dinlediğinize dikkat edin.” (Luka, 8:16-18)

B. Bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar Kitab-ı Mukaddes’in ayet-

lerini birkaç para karşılığında satıyorlardı. 

Bakara, 41 : ‘..benim âyetlerimi birkaç paraya satmayın..’

Bakara, 79 : ‘…Kitâbı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak…’

Bakara, 174 : ‘…Kitâbdan..onu birkaç paraya satanlar var ya..’

Al-i İmrân, 187 : ‘…attılar ve ona karşılık birkaç para aldılar’

Nisâ, 44 : ‘…Sapıklığı satın alıyorlar…’

Mâide, 44 : ‘…ve benim âyetlerimi az bir paraya satmayın!

Tevbe, 9 : ‘…Allah’ın âyetlerini az bir paraya sattılar…’ 

Prof. Dr. Süleyman Ateş ‘in Bakara, 79’uncu (Elleriyle bir ki­tap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için ‘Bu Al­lah katındandır,’ diyenlere yazıklar olsun!..) ayeti hakkındaki tefsiri şöyle:

‘Burada Yahudilerin, elleriyle yazdıkları Kitâp, Tevrât değil, onun ayetleri üzerinde yaptıkları tefsirler, şerhler, Tevrât âyetlerini arzuları doğrultusunda yorumlayarak meydana getirdikleri ah­kâm kitâplarıdır. Yani Tevrât’ın tefsiri -ki, Talmut en meşhurdur- ve Mişnâ gibi fıkıh kitaplarıdır. Özetle; Bakara Sûresinin 79’­un­cu ayetinde geçen kitâp, Tevrât’ın kendisi değil, ona yazılan şerhlerdir. Cenabı Hak, Musâ’ya vahyedilen Tevrât’ın dışında, in­sanların kendi elleriyle yazdıkları kitapların, Allah’ın sözü ol­ma­dığını vurgulamaktadır. Tevrât kendisine gelince Kur’ân-ı Ke­rim, indiği sırada Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrât’ın, Hak­k’­­­ın Kitâbı olduğunu söylemekte, onu doğrulayıcı olarak in­di­ğini be­lirtmektedir.’ (S. Ateş, Yeniden İslâm’a İ, s.32-34).

erçekçi olarak düşünmemiz lazım ki, gerçek mü’minler asla Tanrı’nın sözünü satamazlar. Ogüstin , bu konuda şöyle demişti: ‘İncîl, onu açıklayanların geçim kaynağıymış gibi satılacak bir me­ta değildir. Aksi halde büyük bir değer, yok pahasına satılmış olur. Halktan gerekli yardımı görsünler, ama kahyalıklarının kar­şılı­ğı­nı Tanrı’dan alsınlar. Halka İncîl’ i tanıtarak hiz­met edip, bu hiz­meti Tanrı uğruna yapanların ücretini ödemek halka düş­mez. Bu kimseler, hak ettiklerini Tanrı’dan bekler ve Tanrı, onlara se­­lame­ti bağışlar.’ “ (İannitto, Kilise Babalarından, s. 484-485; Ogüstin, Ço­ban­­lar Üs­tü­ne Vaaz, 46,5)

CEVAP :

1- Söz konusu ayetin; ‘Tevrât’ın ve İncîl’in değiştiril­diği ile ilgili değil, ona inanan insanların sadece yaptığı hatalarla ilgili’ olduğu iddia edilmektedir. Zaten tahrifat(bozulma­lar) da yapılan hataların neticesinde ortaya çıkmaktadır. “Ki­­tapta olmadığı halde, kitaptan zanne­dilsin diye ayetler uydurmak ve yanlış yorumlara kalkışmak; Allah adına bile bi­le yalan söylemek” tahrifat değil de nedir? Bir şey “bile bile/kasıtlı” yapılıyorsa, bu sadece “hata” olarak geçiştirilemez. ” Mücahid, Şa’bi, Hasan, Ka­ta­de, Rebi ‘, İbn Enes ; ‘ dillerini eğip bükerler ‘ ifadesini ‘ tahrif ederler, ‘ diye tefsir et­miştir.” (Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri / İbn Kesir, c.4, s.1288,)

2- “‘Gizlemek’ ve ‘tahrif etmek’, ‘unutmak’ ve ‘tahrif et­mek’, ‘bilmemek’ ve ‘tahrif etmek’, ‘inanmamak’ ve ‘tahrif et­mek’, ‘inkâr etmek’ ve ‘tahrif etmek’, ‘insanları Tanrı’nın yo­lu­ndan çevirmek’ ve ‘tahrif etmek’, ‘yanlış aktarmak’ ve ‘tah­­rif et­mek’, ‘yanlış yorumlamak’ ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir,” denmektedir. Bunlar doğrudan tahrif etmek an­lamına gelmese de, tahrifata götüren sebepler ve aşama­lardır. Tevrat ve İn­cil de, bu sebeplerden dolayı tahrifata uğramış ve asliyetini zamanla kaybetmiştir. “Kur’an’ın eleş­tirisinin, Tevrât ve İn­cîl’­in kendisiyle, yani metinle (bo­zul­ma­­mış vahiyle) ilgili değil, bu kitaplara ‘sözde ina­nan’ kişilerin yaptıkları yorumlarla ve işlerle ilgili” olması, tah­rifat olmadığı ve olmayacağı anlamına gelmez. Bugün el­de mevcut bulunan Tevrat ve İnciller’den bunu rahatlıkla anlamış bulunuyoruz.

S. Ateş ‘in, el-Bakara, 79’uncu ayetini tefsirinde; “Kur’ân-ı Ke­­­­rim, indiği sırada Yahudilerin ellerinde bulunan Tev­rât’ın Hakk’ın Kitâbı olduğunu söylemekte, onu doğrula­yıcı olarak in­di­ği­ni belirtmektedir,” demesi de neticeyi de­ğiştirmez. Yani; Tev­rat ve İncil’in tahrifata uğradığı apaçık bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Hiçbir yorum bu ger­çeği değiştirmez. Bir takım yorumlara sığınmanın hiçbir faydası yoktur… (İle­ri­­de bütün delilleriyle bu hususu açıklayacağız.)

Ancak söz konusu ayetin tefsirini bir de Ömer Nasuhi Bil­men ‘den aktarmamız, bazı gerçeklerin iyice anlaşılmasına yardımcı olacaktır:

“Bu ayeti kerime, ehl-i kitaptan bir güruhun mücerret münkirane bir maksatla kitabullahın ayetlerini tahrif ve tağ­yire cüret etmiş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (Ve onlardan) ehl-i kitaptan, Yahudi bilginlerinden (bir fırka) Keab İbni Eşref, Malik İbni Sayf ve Hüyey İbni Ahtab gibi bir taife (de vardır ki, kitap ile) Tevrat’ın ve sairenin ayetle­riyle (dillerini eğer bükerler) onları okur­ken tağyir ederler. Hâtemü’l-Enbiya Hazretlerinin ev­safına ve recme ve sa­i­re­ye dair ayetleri tebdil ve tahrifte bulunurlar. (Onu) o tağ­yir ve tahrif ettikleri şeyi Allah Teala’nın inzal buyurmuş ol­duğu (kitaptan sanasınız di­ye) sizleri idlal etmek için bu fe­zihayı irtikab ederler. (Halbuki) o okudukları şey haddizatında ve onların iti­kadınca da (kitaptan değildir) ken­di­leri­nin uydurması­dır. (Ve) buna rağmen sıkılmadan (der­ler ki o) oku­duğu­muz şeyler (Allah tarafındandır.) Kendi uydurma söz­lerinin tarafı ilahiden inzal edilmiş olduğunu böyle iddiaya cüret ederler. (Halbuki o) uydurdukları şeyler (Al­lah Teala tarafından) inzal edilmiş (de­ğildir) kendi­le­rinin uydurma sözleridir. (Ve onlar) oku­dukları, söy­le­dikleri o şey­lerin yalan, kendi taraflarından uy­durma ol­duğunu (bil­dikleri halde) sıkılmadan (Allah Teala’ya karşı yalan söylerler) bunun mesuliyetini hiç dü­şünmez­ler. Sırf dünyevi, âdi bir maksat için, yalnız kendi mevki­lerini muhafaza için et­raflarında bulunan cühelayı iğ­fa­le çalışırlar. Bir hakikat gü­ne­şinin lahuti ziyalarından mu­hitlerini mahrum bırakmak isterler. Ne müfsidane, ne düşmanane bir hareket!..” (Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, c.1, s. 401 – 402)

***

• “Yahudiler; ‘Hıristiyanlar, bir temel üzerinde(doğru yol­­­da) değiller,’ dediler. Hıristiyanlar da; ‘Yahudiler bir te­mel ü­­ze­rinde değiller,’ dediler. Oysa hepsi de Kitabı oku­yor­lar… ” (el-Bakara, 113)

İDDİA: 

“Kur’ân’ın Bakara, 113. ayetine göre; hem Yahudiler hem de Hı­­ristiyanlar, Tanrı’nın onlara verdiği kitapları hâlâ oku­yor­lar. Dikkat ederseniz, ‘ okuyorlardı, ‘ demiyor, ‘ Oysa hepsi de Kitabı o­kuyorlar, ‘ deniliyor. Arapça metinde geçen ‘ yetlûne (oku­yorlar)’ fi­i­li onların o zamanlar Tevrât ve İncîl’i okuduklarını, bu kitabın el­lerinde bulunduğunu gösterir. Aksi tak­dirde, onların ‘bir vakit­ler o­nu okuduklarını’ belirtmek için geçmiş zaman kipi ‘ te­lev­ne (oku­dular)’ kullanılması gerekirdi. Ama şimdiki zaman kipi­nin kullanılması, bu kitapların Hz.Muhammed’in zamanında sağ­lam ol­duğunu göstermektedir.” (Tevrât ve İncîl’de Tahrif Yok­­tur, s.7 / a. g. int. sitesi)

CEVAP: 

Acaba, zikredilen ayetten kastedilen anlam; iddia edil­di­ği gibi midir? Elbette, kastedilen anlam, iddia edilenden çok farklıdır. Şöyle ki:

” İbni Abbas ‘ın rivayetine göre; Necran’lı Hıristiyanlar Hz. ­Peygamber’e geldiklerinde, onlarla beraber Yahudi ha­hamları da geldiler ve Resulullah’ın huzurunda Hıris­ti­yan­larla tar­tış­tılar. Yahudilerden Rafi’ b. Hureymile ; ‘siz hiç­bir şey üze­rin­­de değilsiniz,’ diyerek Hz. İsa ‘yı ve İncil ‘i inkar et­ti. Nec­ran’lı Hıristiyanlardan bir adam da, Yahudilere; ‘asıl siz hiç­birşey ü­ze­rinde değilsiniz,’ dedi ve Hz. Musa ‘nın peygamberli­ğini ve Tevrat ‘ı inkar etti. Bu­nun üze­rine Allah Teala, mez­kur ayeti inzal buyurdu. Her iki gurup da, kitabı okuyor ve inkar ettiği zatın (peygamberin) doğruluğunu kitapta gö­­rüyor. Yani Ya­hudiler, Tevrat önlerinde bulunduğu hal­de Hz.İsa’yı in­kar edi­yorlar. Halbuki Tevrat’ta, Musa (a.s.)’­ın dilinden Hz. İsa’­yı tasdik edeceğine dair hüküm vardır. İn­cil’­de de, İsa (a.s.)’ın Musa(a.s.)’ı tasdik ettiğine dair hü­küm vardır. Tev­rat’­ın, Allah katından geldiğini bildirmektedir. Fakat her iki gurup da, diğerinin sahip olduğu hakkı inkar edi­yor.” (Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.2, s.500)

“Eğer Ehl-i Kitap olarak Yahudiler Tevrat’a, Hıris­ti­yanlar da İncil’e inanmış olsalardı, bu tür iddialarda bu­lun­maz­lardı. Çünkü her gelen kitap, kendinden önce ge­len kitabı doğrulamış ve kendinden sonra gelecek kitabı da müj­de­lemiştir. Şu halde; her ikisi de doğru bir inanca sahip bu­lun­muyorlardı.” (a.g.e., mütercimin izahı, s.502)

Yahudi ve Hıristiyanların, ellerinde mevcut olan kita­bı o­­ku­yor olmaları, bu kitapların tahrif edilmediğine ke­sin de­­lil değildir. Bilakis; ellerinde okudukları mevcut ki­tap­larda birbirlerini tasdik eden hükümleri bulamı­yor­larsa, tahrifat sözkonusu demektir. O takdirde; ” Oysa hepsi de Ki­ta­bı okuyorlar… ” ayeti; “Sözde Kitab’ı okuyorlar. erçek Kitab’ı oku­duklarını sanıyorlar. Eğer elle­rinde oku­dukları kitaplar gerçek olsaydı, böyle bir ihtilafa ve inkara düş­meyeceklerdi,” anlamına gelir.

***

• ” İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında ol­du­­ğu halde, nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bu­nun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar, inanmış kim­­seler değildir. ” (el-Maide, 43) 

İDDİA: 

‘Eğer Tevrat’ın aslı olmasaydı, Allah böyle buyurur muydu?’ di­­yorlar.

CEVAP: 

Halbuki Cenab-ı Allah, bu ayette; onla­rın tutarsızlı­ğını or­­taya koymaktadır. Bu ayetten; ‘Ma­dem içinde Al­lah’ın hük­mü bulunan gerçek Tevrat yanlarındaysa, seni nasıl ha­kem kılıyorlar? Ellerindeki Tev­rat’a -ger­çek­se- ni­ye güvenmiyorlar? İnandıkları ve ellerinde bulunan Tev­rat’a göre onlar hak­kında hüküm vermen de işlerine gelmiyor ve çe­kip gi­di­yorlar. Yani iki yüzlülük yapıyorlar. Halbuki onlar gerçek mümin de değildirler,’ manası an­la­şılmaktadır.

“Bu ayet, zina eden iki Yahudi hakkında nazil olmuştur. Yahudiler, kendi elleriyle Allah’ın kitabını değiştirmişler ve evli kişilerin recmedilmesi emrini te’vil ve tah­rif ederek, yüz sopa ve yüzü karaya boyayıp tersyüz ola­rak merkebe bin­dir­me şekline çevirmişlerdi. Hz.Pey­gam­berin Medine’ye hic­re­tinden sonra, bu vaka cereyan edince, kendi aralarında de­di­ler ki; ‘ elin, (Hz.)Mu­ham­med’in hükmüne baş vu­ralım. Eğer sopa ve yüzü si­yaha boyama hükmü verirse, onu ala­lım ve Allah ile ken­di aramızda hüc­cet kılalım. Allah’ın peygamberlerinden bir peygamber, bi­zim aramızda böylece hüküm vermiş o­lur. Eğer recm kararı ve­rirse, O’na uymayalım.’

Hz.Peygambere gelip sorduklarında; Resulul­lah(s.a.v.) on­­lara; ‘Tevrat’ta recm konusunda ne görüyorsu­nuz?’ diye sor­du. Onlar; ‘Biz zina edenleri sopalatırız,’ de­di­ler. Abdullah ibn Se­lam dedi ki; ‘Yalan söylersiniz; Tevrat’ta recm vardır.’ Tev­rat’ı getirdiler, ortaya yaydılar. Bi­ri­si, elini recm bö­lü­mü­nün ü­ze­rine koydu; bölümün öncesini ve sonrasını okudu. Ab­dul­lah ibn Selam dedi ki; ‘Elini kaldır!’ O, elini kaldırdı, görüldü ki; bu kısımda recm ile ilgili bölüm bu­lun­mak­ta­dır. (Bunun üzerine) Yahudiler; ‘Muhammed, doğru söy­ler; Tev­rat’­­ta recm bölümü vardır,’ dediler. Re­su­lullah­(s.a.v.), onlara emretti ve zina eden (evli) iki kişiyi recm­ettirdi (taşlatarak öldürttü). Bu hadisi, Buhari ve Müs­lim tahric etmişlerdir.” (Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.5, s.2342-2343)

Yani; Hz.Peygamber, onların hileli oyunlarına alet ol­ma­mış ve onları, inandıklarını söyledikleri hukuka gö­re yar­gı­lamıştır.

***

• ” İncil sahipleri, Allah’ın onda indirdiği (hükümlerle) hük­­metsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmez­se, işte on­lar fasıklardır. ” (el-Maide, 47)

Yani; eğer gerçekten İncil’e inanıyorlarsa, hadi bakalım Allah’ın İncil’de bildirdiği gerçek hükümlerle hükmetsinler. O bozulmamış gerçek hükümleri elle­rin­deki İncillerde bulamayacaklarına göre ey Muham­med(s.a.v.); senin tebliğ et­tiğin Kur’an’la (ki onda; İncil’in gerçek hükümleri de mev­cuttur) hükmetmekten başka çereleri yoktur.

Veya; “İncil ehline İncil’i verdik ki, kendi zamanındaki milletler ona göre hüküm versin. Kendi kitaplarında(İn­cil’­de) Hz.Muhammed’in gönderileceğine dair müj­de­yi gö­rün­ce, onu doğrulayıp uysunlar, demektir. Nite­kim, Allah Teala, bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurur: ‘ De ki; Ey Ehl-i Kitap! Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rab­bi­nizden size in­di­ri­le­ni hakkıyla uygulamadıkça (doğru) bir şey(yol) üze­rin­de de­ğilsiniz ‘” (a. g. tefsir, s.2358)

***

• “‘ Ey Ehl-i Kitap! Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size in­­dirileni hakkıyla uygulamadıkça (doğru) bir şey(yol) üze­rinde değilsiniz’ de. Rabbinden sana indirilen(Kur’­an), on­­­lardan çoğunun azgınlığını elbette artıracak­tır. Kafirler top­luluğuna üzülme. ” (el-Maide, 68)

Bu ayet de, Ehl-i Kitabı, Kur’an’a tabi olmaya çağırmaktadır. Çünkü Tevrat ve İncil’i ‘hakkıyla uygulamak’; onların bo­zulmamış aslına ve bu kitaplarda müjdelenen Son Pey­gam­ber’e ve O’nun getirdiği Kur’an’a tabi ol­mayı gerektirir. Kal­dı ki, bu ayetin son bölümünden de açıkça anlaşılacağı gibi; Tevrat ve İncil sahipleri, Hz. Muhammed(s.a.v.)’e in­dirilen Kur’an ile mükellef tutulmakta ve Kur’an’a inanma­yanlar ‘kafir’ addedilmektedir.

Bu ayetlerden -zımnen- Tevrat ve İncil’in bozulmuş ve ge­­­­çersiz olduğu anlaşılmaktadır.

Şayet Hıristiyan ve Yahudilerin ellerindeki kitaplar bo­zul­mamış ve halen geçerli olsaydı ve bu kitaplara bağlı ka­lanlar iman ehli sayılsaydı, Allah(c.c.) şöyle bu­yurur muy­du?:

” Eğer Ehl-i Kitap; iman edip (kötülüklerden) sakınsa­lar­dı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onları ni­meti bol cennetlere sokardık. ” (el-Maide, 66)

***

• “….Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur….” (Yunus S., 64)

Önceki ayetlere bağlı olarak gelen bu ayetin bir kısmını alarak, İncil’in ve Tevrat’ın bozulamayacağına delil göstermektedirler. Halbuki hiç de öyle değildir. Ayeteki gerçek manayı anlamak için şimdi bu ayeti, önceki ve sonraki a­yet­lerle bağlantılı olarak okuyalım:

“Bilesiniz ki; Allah’ın dostlarına korku yoktur. Onlar, ü­zülmeyecekler de. / Onlar, iman edip de takvaya ermiş o­lan­­­­lardır. / Dünya hayatında da, ahirette de onlara müjde var­dır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” (Yunus.S., 62-64)

” ‘Allah’ın kelimelerinde tebdil yoktur’ Yani, Allah’ın bu vaadlerinde, bu müjdeli sözlerinde hiçbir değişme olmayacaktır. Allah’ın sözünü değiştirecek, O’nun verilmiş hükmünü, ka­rarını uygulamadan kaldıracak hiçbir kuvvet yoktur, olması ih­timali de mevcut değildir. Me­sela; Allah’ın korkma, mahzun olma dediğini korkutacak, mahzun edecek hiçbir güç ve geçerli engel yoktur. Allah da, asla verdiği sözden dönmez; verdiği sözü yerine getirir…Allah Te­â­lâ’­nın, bu dünya ve ahiret için verdiği sözü, verdiği müj­deyi değiştirmesi ihtimali yoktur. Bun­lar, ebedi müjdeler­dir.” (Hak Dini Kur’­an Dili, Azim Dağıtım, c.4, sh.496)

“Allah’ın sözlerinde/ayetlerinde asla bir değişiklik yoktur,” ayetini genel olarak anlasak bile, bu mana İncil ve Tev­rat’ın bozulmadığına delalet etmez. O takdirde; ‘Allah, in­san­lığın kurtuluşu için gönderdiği evrensel hükümlerini, gön­derdiği kitaplarda te’yiden beyan etmiş ve geçmiş ilahi ki­taplar tahrif edilmiş olsalar bile, bütün ilahi kitapların or­tak-evrensel mesajlarını son vahyi ile birlikte tazelemiş ve kı­yamete kadar Kur’an’ı ko­ruyacaktır,’ demek olur. ‘Allah, ken­di kitabını korumaz mı?’ iddiasının kısaca cevabı da bu­dur.

Bu husustaki iddiaların teferruatı ve gerekli cevabı aşağıda verilmiştir.

***

İDDİA:

“Allah’a inandığını söyleyip de, Allah’ın herşeye kadir olduğuna inanmayan hiç kimse yoktur herhalde. Allah herşeye kadir ise, ön­celikle kendi sözlerini korumakta bunu göstermez mi?

İslam’cı yazar Ali Bulaç , bir kitabında şöyle yazıyor:

‘Geçmiş dinlerin ilahi olmakla birlikte zaman içinde asılla­rını kaybettiklerini, bozulduklarını biliyoruz. Bu son din olan İs­lam, insanlık için de son mesajdır.

Dolayısıyla birinci derecedeki kaynağı olan Kitab’ın da mu­ha­fazası beşerin tedbir alışlarına bırakılamaz. Allah kendi ki­tabını ve dinini bizzat kendisi korumaktadır…’

Sayın Ali Bulaç ‘ın içine düştüğü büyük çelişkiye ba­kın: Hem geçmiş ‘dinlerin’ ve ‘kitapların’ ilahi, yani Allah tarafın an gönderildiğini ancak asıllarını kaybedip bozulduklarını ileri süreceksiniz, hem de, ‘ Allah’ın kendi kitabını ve dinini biz­zat kendisinin koruduğunu’ ileri süreceksiniz! Bunların ikisinin aynı an­da doğru olması mümkün değildir. Eğer Allah kendi Kitabı’nı bizzat koruyorsa, Tevrat, Zebur ve İncil nasıl ‘bo­zuldu?’ Eğer bu ki­tap­lar bozulduysa, Allah’ın kendi ki­tabını ve dinini bizzat koru­duğuna nasıl inanabiliriz? Sayın Ali Bulaç , bu soruları nasıl ya­nıtlayacak? ‘Allah, ilk Ki­taplarını korumadı, sadece son Ki­tab’ını ve Dinini korumaktadır,’ mı diyecek acaba? Tabii böyle bir ya­nıt, pek mantıklı ol­masa gerek. Allah, kendi kitapları arasında ne­den ayırım yapsın? Neden, sözlerinin bir kısmının ‘bozulmasına, değiştirilmesine’ göz yumup, bir kısmının ise ‘bir harfinin bile bozulmasını’ engellesin?

Sayın Fethullah Gülen de, bir kitabında şöyle diyor: ‘Tev­rat, İn­­cil ve Zebur gibi aslı ilahi olduğu halde tahrife uğ­rayıp, içleri­ne beşer kelamı karışan bu kitaplarla, doğruyu bulmak ve bunlarla fikrî istikameti korumak imkan­sız­dır…Cenabı Hakk, bu kitaplara koruma teminatı vermemiştir. Halbuki Kur’an hakkında: ‘Kur’an’ı Biz indirdik ve onu mutlaka Biz koruyaca­ğız’ (Hicr Sûresi, 9) buyurarak hem ilahi referanstan hem de korumadan söz edilmektedir.’

Sayın ülen ‘e göre, Allah yalnızca Kuran’ı ‘koruma temina­tı’ vermiştir. Allah’ın, Kuran’ı koruyacağı nerede yazılı? Tabii ki Kur’­­an’da. Allah’ın Tevrat, Zebur ve İncil için ‘koruma teminatı’ verip vermediğini anlamak için de nereye bakmamız lazım? Tabii ki o kitaplara. Sayın Gülen , Kutsal Kitap’taki şu ayetleri görse acaba ne diyecek?:

‘Ot kurur, çiçek solar; fakat Allah’ımızın sözü ebe­diyen du­rur.’ (Eski Antlaşma / Tevrat, İşaya, 40:8)

‘Rabbin sözleri pak sözlerdir. Toprakta pota içinde kal olunmuş, yedi kere tasfiye edilmiş gümüş gibidirler. Onları sen tutacaksın, ya Rab! Onları bu nesilden ebediyen koru­yacaksın.’ (Zebur / Mezmurlar, 12:6,7)

‘Gök ve yer ortadan kalkmadan, herşey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da nokta bile ek­sil­me­ye­cektir.’ (İncil, Matta, 5:18)

‘Gök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim as­la or­tadan kalkmayacaktır.’ (Matta, 24:35)”

CEVAP: 

Yukarıdaki -ilk bakışta çok mantıklı imiş gibi görünen- id­dialara gerçek ilahiyat ilmi, tarihi gerçekler ve akl-ı selim ışı­ğında cevabımız şudur:

1- Herşeye kadir olan Allah, elbette ‘öncelikle kendi sözlerini korumakta bunu/kudretini göstermiştir’ . Ama bunu idrak et­mek için Kur’an’a müracaat etmek gerekir. Al­lah’ın tahrif edilmemiş vahyini Kur’an’da bulabiliriz. Di­ğer ilahi kitaplar -yine Allah’ın takdiriyle- mensuh oldu­ğundan doğal olarak korunmamış ve asıllarını kaybetmiştir. Belki de, korunmaması, tahrifat neticesinde çe­lişkilerle dolu birer kitap ol­ma­ları; insanlığın, Kur’an’a tam bir teslimiyetle bağlanmaları için gerekli görül­müş­tür…

2- Hal böyle olunca; ‘Allah, kendi kitapları arasında neden ayırım yapsın? Neden, sözlerinin bir kısmının bozulmasına, de­ğiştirilmesine göz yumup, bir kısmının ise bir harfinin bile bozulmasını engellesin?’ denemez. Bugün Âdem(a.s.)’a gönderi­len 10 sayfa vahiyle dini/dünyevi hayatımızı dü­zenlemek müm­kün olmadığı gibi son ilahi kitap olan Kur’an’ın dışındaki kitaplarla da amel etmemiz müm­kün değildir. Aksini id­dia etmek; Cenab-ı Allah’ın, in­sanlığın ihtiyacına göre pey­gamberler ve yeni vahiy göndermesi hikmetine aykırı olur.

3- ‘Ot kurur, çiçek solar; fakat Allah’ımızın sözü ebediyen du­rur’; ‘ ök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla or­ta­dan kalkmayacaktır,’ gibi sözler, Tevrat ve İncil(ler)’­deki bo­­zulmamış vahiy kırıntıları olarak kabul edilse bile bu; “Siz, elinizdeki kitabı tahrif etseniz de, Allah göndereceği yeni ki­tap­la(Kur’an ile) vahyini tazeleyecek ve sözünü ebediyete kadar koru­yacaktır,” demek olur.

***

• ” Bize indirilene de, size indirilene de inandık… Ayet­le­rimizi, kâfirden başkası inkâr etmez. ” (Ankebut Sûresi, 46-47)

İDDİA: 

” William Shakespeare (M.S. 1564-1616) şunu doğru söyledi: ‘Yar­gı­lamaktan çekinin, çünkü hepimiz gü­nahkârız.’ (Shakespeare, Henry Vİ, 3. Kısım) Kur’ân-ı Kerim’in kendi sözlerine bakılırsa şu görülecektir: Her kim Al­lah’ın ayetlerini inkâr ederse, o kişi bir kâfirdir. Bu husus sadece Kur’ân ile ilgili değildir. ‘Size indirilene de’ sözleri, Kur’an’a göre; Kutsal Kitap ile ilgilidir. Dolayısıyla; Kutsal Kitap için aynı şey söz konusudur. Çünkü o Kitaplar da Tanrı’nın Kelâmı, Tanrı’nın âyetleridir.” 

***

• “Fir’avn âilesinin ve onlardan öncekilerin durumu gi­bi, onlar da âyetlerimizi yalanladılar. Allâh da, onları gü­nâhlarıyla yakaladı. Allâh’ın cezâsı şiddetlidir.” (Âl-i İmrân Sûresi, 11)

İDDİA:

“Kimin âyetleri söz konusu burada? Hz.Musa’nın. Burada söz konusu olan, Tanrı’nın Musa’ya vermiş ol­duğu Tevrât’ta bulunan âyetler! Mûsâ ve Firavun arasındaki çekişme Tevrât’ta ya­zılıdır. (Çıkış, 5-14 arasındaki bölümlere bakınız.) Firavun, Musa’nın söz­­le­rini reddetmiş ve şiddetli bir cezaya çarptırılmıştı. Yani, her kim Tanrı’nın Tevrât’ta bulunan ayetlerini yalanlarsa, onların cezâsı şiddetli olacaktır.”

***

• ” İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da cehennemin halkıdır. Allâh, İsrâiloğulları’ndan söz al­mıştı…Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, düz yolu sa­pıtmış olur. ” (el-Mâide, 11-12)

İDDİA:

“Bu ayetlerde söz konusu İsrailoğulları’ndan alınmış olan söz, Tev­rât’tır. Bu ayetleri yalanlayanların cezası cehennemdir. Tev­rât’­ın ayetlerini inkâr edenler, Tanrı’nın doğru yolundan sapmış o­lu­yorlar.”

CEVAP:

Yukarıda zikredilen üç ayet hakkında yapılan açıklama­lar; tahrif edilmemiş Tevrat ve yine tahrif edilmemiş İncil i­çin aynen doğrudur. Ancak bugünkü Tevrat ve İnciller söz konusu olduğunda, bu iddianın hiçbir kıy­met-i harbiyesi yok­­tur. Çünkü ‘Allah’ın ayetlerini yalanlamanın cezasına’ çar­pılmak için herşeyden önce ortada gerçekten ‘Allah’ın bo­zulmamış vahyi’ olması gerekir. Ne var ki, bugünkü Tevrat ve İnciller için bunu söyleyemi­yoruz…

***

• ” O, sana, kendisinden öncekileri tasdik edip doğrula­yan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hi­dayet o­la­rak Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmişti. Evet, bu Fur­kan’ı da o indirdi… ” (Âl-i İmran Sûresi, 3 – 4)

Bu ayetten, bugün mevcut bulunan Tevrat ve İn­cil­(ler)’­in de hak olduğunu çıkarmak isteyenlere karşı a­ye­tin tefsi­ri­­ne bir göz atalım:

“Ey Muhammed! Allah, sana bu kitabı, hak ve hukuk se­be­biyle, hak ve hakikatı içermiş olarak, önündekileri tasdik et­mek üzere hakikatın gereklerine ve olayların akış şekline gö­re peyderpey indirmektedir. Ve bundan ön­ce indirilenler arasında bilhassa Tevrat’ı ve İncil’i in­dirmişti. Bunların hepsi insanlara hidayet içindir. Böyle buyurmakla ilâhî gö­zetim ve yönetim altında Rablığın kanunlarına uygun ola­rak peygamberliğin tekamülünü ve Hz.Muhammed’in pey­gam­berliğinin ilk defa ortaya çı­kan bir peygamberlik ol­madığını ve Kur’ân’ın hakikatı tasdik olunmayınca önceki ki­tapların da hakkıyla an­la­şılıp tasdik edilemiyeceğini, bundan dolayı da Hz.Mu­ham­med’in peygamberliği tasdik edil­medikçe önceki pey­gamberlerin de hakkıyla anlaşılıp tasdi­ki­ne bir delil ve şahit bulunamıyacağını, o zaman da insanların da­la­let ve sapıklık içinde kalacağını göstermiş; Kur’­ân’ın ve Hz.Peygamber’in mucizelerinin bu anlamda ha­kem ro­lünü üstlenmiş olduğunu açıkça bildirmek için de bu hük­mü ‘ O, Furkan’ı da indirdi ‘ kısmı ile nass olarak ka­ra­ra bağlamıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’in, daha önceki kitapları ve gelmiş geç­miş bütün peygamberleri tasdik edişi, çeşitli yönlerden ger­çekleşmiştir:

Birincisi : Önceki kitaplar ve daha evvel gelmiş olan pey­gamberler, ileride büyük bir peygamberin geleceğini haber veriyor ve vaad ediyorlardı. Kendi irşadlarını iler­deki böyle bir kemâl hedefine yöneltmiş olduklarından, Kur’ân ve Hz. Muhammed’in peygamberliği ortaya çıkma­saydı, onlar ba­tıl bir fikir veya hayal üzerine kurulu anlamsız bir ideoloji ü­ze­rinde yürümüş olurlardı. Hat­ta boş vaatlerle halkı kan­dı­­ran, yalan ve yanlış fikirlerle insanları oyalayan, al­datan ya­lancılar durumuna düşerlerdi. Kur’ân’ın gelmesiyledir ki; daha önceki de­virlerde bir ideoloji halinde ya­yılmış olan bu gayb haberlerinin, ancak bu sayede bir vahiy haberi ve Allah’tan gelen bir hak bilgi olduğu gerçekleşmiştir. Ve böy­lece Kur’ân, yalnızca Hz.Muhammed’in pey­gam­ber­liği­ni değil, bunun içinde zımnen bütün önceki peygamberle­rin peygamberliğini de tasdik ve isbat eden bir furkan-ı­ mü­bîn olmuş ve Allah’ın bütün kitapları, bütün pey­gamberleri ara­sında karşılıklı olarak birbirlerini tasdik ettikleri ve birbirlerine şehadet getirdikleri konusunda bir te­kamül ve iş­birliği, bir dayanışma bulunduğu kurumlaşmıştır. Ve hepsi­nin başında; ‘ Allah onlardan bir kısmına yüce dereceler ver­miştir ‘ (el-Bakara, 253) âyetinin delaletin­ce, pey­gamberlerin so­nuncusunu tayin eden bir ilâhî ferman şeklinde gel­miş­tir.

İkincisi : Kur’an, önceki kitapların iman ve Allah’ın birli­ği­­ne davet eden, adaleti ve ihsanı emreden, peygamberle­rin ve eski ümmetlerin yaşayış ve tarihlerinin, ha­ber ve eserlerinin başka başka olmasıyla değişmeyecek o­lan temel hü­kümler gibi muhkem ilkelerini güç­lendirerek ve ge­niş­le­terek yeni baştan yürürlüğe koymuş ve hikmet-i teşrîi ge­re­ğince zamanların ve mekânların ve yükümlü milletle­rin ö­zel­­liklerine uygun düşecek şekilde hak ve hayır açısından on­­ların işlerine yarayacak hü­kümleri ve şer’î ayrıntıları ye­ni­den tanzim ve ta’dil ede­rek hak dini, bütün zaman ve me­kanlarda ve bilcümle ümmet ve toplumların hayatında ge­çerliliğini sağlayan geniş kapsamlı bir teşrî ilmi de öğretmiştir. Böylece ilâhî kitapları öncekinden sonrakine aralıksız olarak birbirlerinin tasdikinden ve yürürlük alanından geçirerek süzmek sûretiyle hepsinin doğru ilkelerini hak­kıyla ken­di uhdesine almış ve yüklenmiş bulunduğundan, ön­ceki kitaplardan ve şerîatlardan Kur’ân’ın şehadeti ile tas­­­dik edilmedikçe ne peygamberliklerinde, ne de o kitap­la­rın delaletlerinde hak oldukları tasdik edilemez. Yani geç­­­­miş devirlerde yaşamış olan önceki peygamberlere gönde­rilmiş olan ilâhi temyiz ve tefrik açısından son tasdik mer­cii Hatemü’l-Enbiya Hz.Muhammed-Mustafa ile Kur’­ân-ı Ha­kim’in, muhkem âyetlerle ortaya konmuş hükümle­ri­dir. Bu mânâ, Fıkıh Usûlü ilminde şu teşriî kaidesi ile ifa­de olu­nur: ‘Bizden öncekilerin şerîatleri bi­zim de şerîatimizdir. Fa­kat Allah ve Resulü tarafından tasdik edilmiş olarak nak­le­dilmek şartıyla.’

Hasılı; Allah, Furkan’ı da indirmiş, hakkı batıldan hay­rı şer­den ayırmış; yollarını, kanunlarını tayin etmiş; alâ­metler, işaretler, deliller, âyetler de ortaya koymuş; her bi­ri­­nin hükmünü, gerekli sonucunu başka başka yapmış; uy­gulamasını kendi gözetimi ve denetimi demek olan kay­yû­miyetiyle iradesi ve meşiyeti altına almıştır.” (Hak Dini Kur’an Dili, Azim Da­ğı­tım, c.2, s.295 vd.)

***

Buraya kadar izahına çalıştığımız bu konuyu, Allah’ın Son Peygamberinin mübarek sözleriyle noktalayalım:

” Ehl-i Kitaba bir şey sormayınız. Çünkü onlar, sapıtmış oldukları için sizi hidayete eriştiremezler. Eğer siz böyle ya­parsanız, ya batıl sözü doğrular, ya da doğru bir sözü yalanlamış olursunuz. Allah’a yemin olsun ki, eğer Musa bile ha­yat­ta olsaydı, O’nun bile bana uymaktan başka yapacağı bir şey yoktur. ” (Müsned, İİİ.338 / Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, İ.386 / ed-Durru’l-Mensur, İİ.85 / Ruhu’l-Meani, İİİ. 210)

” Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a ye­min ol­­sun ki, eğer Musa Peygamber sizin aranızda ol­saydı da, O’na tabi olup beni terketseydiniz; sizler bu halde, kesinlikle sapıtanlardan olurdunuz. Halbuki, Mu­sa(a.s.) hayatta o­lup yaşasaydı, O’nun bile bana tabi ol­maktan başka yapabi­le­ceği birşey olmazdı. ” (Darimi, Sünen, Mukaddime, bab: 46 / ed-Dur­ru’l-Mensur, İİ.84 / Ruhu’l-Meani, İ.244)

Bütün bu delillere rağmen, Peygamber Efendimiz za­ma­nında Tevrat ve İncil’in, bozulmamış ve sapasağlam bir hal­de mevcut olduğunu varsayalım…Bugün elde mev­cut olan Tev­rat ve İnciller, çelişki ve hatalarla dolu olduğuna göre, demek ki; bu kitaplar -daha sonradan- tahrifata uğramaktan kurtulamamışlardır. Nasıl mı? Göreceksiniz; ileride ge­le­cek başlıklar altında bu gerçeği kesin delillerle ispatlayacağız ve hayretler içinde ka­la­caksınız. Böylece; bugünkü Yahudi ve Hıris­ti­yanların, ellerindeki mevcut kitaplarını, bo­­zulmamış ila­hi kitaplar olarak göstermeleri için -hiç de inan­madıkları- Kur’an’dan deliller getirmeye çalışma­la­rı­nın ne kadar anlamsız ve komik olduğunu kesinlikle an­lamış olacaksınız…. (*)

(*): “Kutsal kitap olarak, Yahudilikte, İbranice Kitab-ı Mukaddes vardır. Bu, Hıristiyanların elindeki Eski Ahit’ten farklıdır; (ancak ilk beş kitap aynıdır.) Hıristiyanlar, İbranice metinde bulunmayan bazı kitapları, ona eklemişlerdir. Uygulamada bu fark, inanç konusunda fazla bir değişikliğe yol açmamaktadır. Ne varki Yahudilik, kendisinden sonraki hiçbir vahyi kabul etmemek­tedir.” (Kitab-ı Mukaddes, Kur’an ve Bilim, s. 1,2 )

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz